Stefan Zweig'ın en ilginç yapıtlarından birisi de şüphesiz Yıldızın Parladığı Anlar'dır. Bu kitapta yazarın sunduğu 12 tarihsel minyatürde Nunez de Balboa'nın hile ile İspanyol sömürge gemisini ele geçirip Büyük Okyanus'u keşfetmesi, Friedrich Händel'in hastalığını yenerek bundan aldığı güçle ölümsüz besteler yapması, iç savaş için bestelenen Fransız ordu marşının tesadüfen isyancıların eline geçerek onlara ilham vermesi ve ihtilali yapmaları, Goethe'nin yaşlılığında genç bir kıza aşık olarak en güzel şiirlerini yazmış olması.Dostoyevsi'nin Omsk'ta idamını beklerken aniden serbest bırakılmasıyla yazınının hep bu sanrıyı içine almış olması, Lenin'in Bolşevik devrimini başlatması gibi tesadüfi konulara değinirken araya Fatih Sultan Mehmet'in İstanbul'u fethetmesi de eklenmiştir. İşte bu kitapta bizi ilgilendiren asıl konu da fethin tesadüflere bırakılmış olmasıdır.

Zweig, kitabına yazmış olduğu önsözde : " Yapıtta yer alan tarihsel olayları anlatırken, gerçekleri hiçbir biçimde değiştirmedim, kendi katkılarımla renklendirip zenginleştirmedim." derken bize tarihi bilimsel bir bakış açısıyla değerlendirdiği izlenimini vermektedir. Ancak kitabın genelinde Zweig'ın kişisel düşünceleri, yorumları yer almakta, hatta yer yer işi şairliğe tiyatro yazarlığına götürmektedir. Dostoyevski'nin kader sınavını 'Bir Yiğitlik Anı' adıyla manzumlaştırmış, Tolstoy'un 'Karanlıkta Bir Işık' adlı son tiyatro yapıtına da bir zeyl yazmadan duramıyor. Bunu da son derece doğal bulduğunu belirtmeden geçemiyor.

Zweig'ın bu kitabında Bizans'ın Fethi (sf.35) başlığıyla verdiği Fatih Sultan Mehmet'in İstanbul'u fethindeki bazı ithamlar Zweig'ın bu konuya ne kadar yavan yaklaştığını gösteriyor. Mesela "Mehmed de bir hülya adamıdır, hem de düşlerini gerçekleştirmede eşine az rastlanan bir hülya adamıdır" demektedir.(sf.48) Ancak tarihimizde II: Mehmet'in küçüklüğünden itibaren kendisini İstanbul'u fethetmeye yönelik yetiştirdiğini ve tamamen bu olaya bilendiğini de kayıtlardan biliyoruz. II. Mehmet tahtının güvencesi olarak İstanbul'un fethedilmesini görüyor, Çandarlı'nın ordu üzerindeki hâkimiyetini böylelikle azaltıp yok edeceğini düşünüyordu. Bu kitapta İstanbul'un fethinin tesadüflere, görülen hayallerin gerçekleşmesine dayandırılması yukarıdaki cümleyle başlıyor.

Yine kitabın 40. sayfasında Fatih hakkında "Savaşa hazırlanan bütün diktatörler, hazırlıklarını bütünüyle tamamlayıncaya kadar sürekli barıştan söz ederler. Mehmed de tahta çıkınca, işte böyle yapıyor ve özellikle İmparator Konstantin'in gönderdiği dostluk elçisini çok sıcak ve barışçıl sözlerle kabul ediyor. Tanrı'nın, peygamberin, meleklerin ve Kur'an'ın üzerine yemin ederek Basileus'la imzalanan antlaşmalara bağlı kalacağını söylüyor. Fakat bu ikiyüzlü adam, aynı zamanda da Macaristan ve Sırbistan'la üç yıllık bir tarafsızlık antlaşması yapıyor." Bu kısımda Fatih'e ikiyüzlü denilmesi Batı'nın gözü, fethin sahibi Fatih'i nasıl görüyor sorusuna iyi bir cevaptır. Fatih, bu tür antlaşmalar yaparak sadece vaadini ortaya koyar ve bu güven ortamında fethin hazırlıklarını tamamlar. Keza devletler arası politikada vaatlerin geri çekilmesi de genelde savaş sebebidir. Fatih de bunu istemektedir zaten. Bir devletin hakkıdır bu ve sonucunda savaş veya yeni bir antlaşma da olsa devletler arası politikada delikanlılığın pek aranmadığını yine batıdan öğrendiğimizi söylemeliyim. Bunu bir çok devlet tarihinde uyguladı bugün hâlâ bir çok devlet uyguluyor.

Diğer bir nokta da Fatih'in askerlerinin Kerkaporta adında barış zamanı açılmış bir kapıdan girerek içerideki kuvvetleri düşürdüğünü yazan, fethin gerçekleşmesinde temel olarak bunu sebep gösteren, olayı Truva savaşlarındaki at hilesine çekmeye çalışan, bir nevi kendi zihniyetlerini üzerimize yıkan yine Zweig'tır. Eğer böyle bir kapı var olsaydı Fatih bunu daha önceden kullanır ve kuşatma süresini daha da kısaltırdı. Bilindiği üzerine Edirnekapı ile Topkapı arasında top ateşleriyle açılan gediklerden yeniçerilerin akın ettiğini şehri düşürdüklerini de kaynaklarımız aktarıyorlar.

Kerkaporta hakkında kaynaklarda çeşitli yazılar mevcuttur. Türkler Ansiklopedisi'nde: "Kuşatmada Topkapısı gediğine saldıran kuvvetlerle Edirnekapı ile Canbazhanekapı (Kerkoporta) arasındaki yıkıntılara saldıran kuvvetler iki sur arasında bir süre çarpıştıktan sonra birleşerek Edirnekapısı'ndaki müdafileri çevirdiler, aynı anda üç noktada onları dağıtarak şehre girmeyi başardılar."

"Çeşitli kaynakları değerlendirerek fethi yazan S. Runciman, İmparatorun yalvarmalarına rağmenyaralı haldeki Gİustiniani'nin gemisine giderek savaş mevkiini terk ettiğini, bu arada Türklerin Kerkaporta'dan içeri girdikleri haberinin ulaştığını, imparatorun hemen buraya koştuğunu fakat geç kaldığını, bu kargaşalıkta açık unutulan kapıyı kapamanın mümkün olmadığını, içeriye sel gibi akan Türk birliklerinin karşısında burayı müdafaa eden Bocchiardi'nin kuvvetlerinin dağıldığını yazıyor."

"Ancak muhasara esnasında İstanbul'da bulunmayan Dukas, 50 kişilik bir grubun Bizans askerlerince açık unutulan bir kapıdan içeri dalıp surlara çıktıklarını ve müdafileri kaçırdıklarını, bu arada etrafında çok az adam kalan imparatorun aldığı darbelerle yaralanıp yere düştüğünü, bu yoldan giren Türk askerlerinin sadece 3 kayıp verdiğini yazıyor."

"Bu aşırı bir samimiyetle benimsenen 'açık unutulmuş kapı' rivayetinin doğruluğu şüphelidir. İstanbul'un kaybı ile ilgili romantik yaklaşımlar içerisinde türlü şekiller alan bu rivayet etrafında bir mitos kurulmuştur"

Aynı kapı Hammer'in Osmanlı Tarihi'nde Serkoporta olarak geçiyor. II. Mehmet'in ordusuna saldırmak için Kostantin'in açtırdığı sonra kapattırdığı kapı olarak bahsediyor. Dipnotta da Dukas'ın kitabını kaynak gösteriyor.

İstanbul Ansiklopedisinde de Kerkaporta, Canbazhane Kapusu olarak madde başı alınmış. "İstanbul'un Marmara kıyısında Yedikule ile Haliç kıyısında Ayvansaray arasında uzanmış iki sıra kara suru üzerinde küçük bir kapu; surun zamanımızda Edirnekapusu ile Eğrikapu denilen kapıları arasında küçük bir kapudur; Bizans devrindeki adı 'Çerka Kapusu' idi."

Görüldüğü üzere Zweig'ın fetihteki şans etkeni yani 'yıldızın parladığı an' Kerkaporta'nın Osmanlı askerlerince bulunmasıdır. Tarihsel gerçeklik bakımından hiçbir temeli olmayan hurafe düzeyinde kalan bu rivayet, Zweig'ın en çok önem verdiği tarihsel gerçek olarak kitapta karşımıza çıkıyor.

Sonra bu nefretinin sebebini alt başlık olan 'Haç Alaşağı Ediliyor'da okuyoruz. Ayasofya'nın Cami yapılması Zweig'a o kadar koymuş ki 'o lanet olası kapı olmasaydı' diyerek hayıflanıyor.

Zweig son Bizans imparatoru Kostantin'e kahraman Romalı komutan vasfını yüklemeden de duramamıştır. Hammer, kahraman ancak aptal bir komutan olduğunu belirtiyor.Fatih'in Kostantin'e yazdığı namede şehri teslim etmesini teklif ettiğinde Kostantin'in şehri kahramanca savunacaklarını söylemesi yine bilinen bir şeydir. Ancak Zweig, bunu esas alarak Kostantin'in bir Romalı gibi savaşarak öldüğünü naklediyor. Akıbeti hakkında farklı söylenceler olan Kostantin'in hazinelerini alıp Haliç'teki gemisine inerken Eğrikapı civarında veya Ayasofya'ya sığınmak isterken gemilerden boşanan azeplerce öldürüldüğü varsayımları aktarılmaktadır.

Gelelim böyle benzersiz bir kuşatmanın sonucundaki fethin eşsiz komutanına böyle çirkin yakıştırmalarla saldıran, tarihi çarpıtan Zweig kitabının önsözünde tarihsel gerçekliğe tamamen bağlı olduğunu da vurguluyor. Kimin kalleş olduğuna karar vermek de bu durumda pek de zor görünmüyor. Öte yandan diğer minyatürlerde yücelttiği şahısların yıldızları parlarken Fatih'in hep parlayan yıldızını karartmak istemesi de nasıl bir nefretle konuyu araştırdığının göstergesidir.

Kaynaklar

 

1.        Stefan Zweig, Yıldızın Parladığı Anlar, çv: Kasım Eğit, Can Yayınları,2006

2.        National Geographic Türkiye, Mayıs 2007, Fatih Sultan Mehmed, sf:72-99

3.        Feridun M. Emecen, İstanbul'un Fethi, Türkler Ansiklopedisi, C.9

4.        Joseph v. Hammer, Büyük Osmanlı Tarihi, C.1

5.        Canbazhanekapu mad., İstanbul Ansiklopedisi, C.6

Yorum ekle


Güvenlik kodu
Yenile