Gazali’yi aforoz ederken Aristo’ya saraylar diktin.   

Ne ürettiğinizi sorabilir miyiz? Bugüne değin bu ülkenin hangi değerini dünya markası yaptınız da kim karşı çıktı? Medeniyetimizin, tarihimizin hangi ilkesini yücelttiniz de bizim haberimiz olmadı?

Dante’nin İlahî Komedya’sını tiyatroculara ezberletirken Mevlana’yı “Türk değil!” deyip dışladın.

Yunus Emre’ye eski diye damgalarken Eflatun’a yeni ciltler bastın.

Gazali’yi aforoz ederken Aristo’ya saraylar diktin.   

Hava yollarında, telefon santrallerinde, otel lobilerinde, banka kuyruklarında, cafe salonlarında, restaurant duvarlarında, devlet koridorlarında Mozart çaldın ama Itrî’yi kurban merasimlerine hapsettin.

Bethoven’ın 9. senfonisini çalanları göklere çıkartırken Abdülkadir Meragi’nin Miraciye’sini kuyuya gömdün.

Hacı Arif Bey’e “Bizim değil” demek zoruna gitmezken Vivaldi için konservatuarlar açtın. Ne de olsa “nulla in mundo pax sincera”   

Neşet Ertaş’a köylü diyen aydın müsveddeleri yetmedi, Bob Dylan’a mersiye düzen ilahiyatçılar yetiştirdin. 

Loreena Mc Kennit’a “Etnik müzik”, Erkan Oğur’a “yobaz müzik” etiketini layık buldun. Dionysos Ağıtlarına hayran kaldın da Erzurumlu Emrah’a “ayran budalası” muamelesini reva gördün.

Fransa’dan avize getirmekle burjuva olacağını sanarak Tutunamayanlar diye bir kitaba malzeme çıkardın.

Raskolnikof’a bayıldın ancak Alyoşa pek bir zoruna gitti. Madam Bovary’yi yüksek edebiyat belledin fakat Hüsn-ü Aşk’ı pek bir yavan buldun.

Goethe’ye devletin bütün kütüphanelerini açmaktan çekinmezken Goethe’nin hayran olduğu Hafız’a bütün kapıları kapattın.

La Fontaine’in fabllarını bütün okullarda okutmayı maharet sayarken Sadi Şirazi’nin Bostan ve Gülistan’ını müfredata sokmadın.

Hallac’ı taklit, Mevlana’yı ajan, Yesevî’yi yabancı saymakla kalmadın, inisiyasyonu orijinal, yaşam koçlarını gerekli, Dante’yi dost, Sokrates’i yerli kabul ettin.

Gençler Sartre okusun diye kampanyalar yaparken Sezai Karakoç’un “Köşe”sinde beklemesini istedin.

Büyük Doğu olmaktan korkunç bir utangaçlık duyarken küçük Batı olmaya pek hevesliydin. Batıyı Büyüleyen İslam’dan kaçarken Avrupa’nın sofra artıklarına kucak açtın.

Vanya Dayı uyarlamalarını zevkle yaparken Yokuşa Akan Sular’ın yüzüne bakmadın.

Hamlet’i oynamak için canını verecek sanatçılara Rüstem deyince burun kıvırmayı öğrettin.

Bisiklet Hırsızları’nı yere göğe sığdıramayan eleştirmenlere, Cennetin Çocukları’na “Eh” çekmeyi öğütledin.

“Ah bir Oscar alsam!” , “Ah bir Altın Palmiye kazansam!” hayalleri kurarken self-oryantalizmin kitabını yazdın.

Kırmızı halıda fotoğraf çektirmeyi yedinci sanatın hammaddesi zannettin.

Gözlüklü, şapkalı Jack Nicholson’ı elli bin kişi arasında ensesinden tanımak dünyanın en sanatsal bakışı olmalıydı!...