“Ruhun mükemmelliğini arzulamak.”

 

Andrei Tarkovsky.

 
 

 

15. yüzyılın başlarında Rusya, belki de tarihinin en kaotik dönemini yaşamaktadır. Merkezi iktidar otoritesini tam olarak kurabilmiş değildir ve ülkede yaşayan insanlar Moğollar ile Tatarların vahşi saldırılarına maruz kalmaktadır. Epizodik bir yapıya sahip olan Andrei Rublev, temel olarak 15. yüzyılın ünlü kilise ressamı, ikon ve duvar freski sanatçısı Andrei Rublev üzerine kuruludur. Rublev, film boyunca zorbalığın, etnik ayrımcılığın, ırkçılığın hüküm sürdüğü bir çağda, kötülüğün uç noktadaki yansımalarını görecek ve klasik deyimle çağına tanıklık edecektir. Çarpıcı bir "balonla uçma sahnesi"yle açılan film, genel anlamda sanatçı ve toplum teması etrafında döner. Tarkovski, film boyunca birçok yan temayı da ele alır: Sanatçının özgürlük arayışı, iktidar ile sanatçı arasındaki ilişkiler, cinsellik, şiddet ve tabii ki bütün Tarkovski filmlerinde olduğu gibi Hıristiyan mistisizmi bağlamında inanç ve etikle ilgili temel sorunlar...

 


 

 
 

Tarkovski filmini bir fresk gibi kurmuştur. Filmdeki bölümler bağımsız birer hikayeden ziyade ancak finalde ortaya çıkacak o "büyük resmin" birbirini takip eden parçalarını hatırlatır. Andrei Rublev, tiyatro dramatürjisinin hakim olduğu konvansiyonel sinemaya karşı bir meydan okumadır adeta. Tarkovski geleneksel anlamda hikâye anlatmaktan, karakterler yaratmaktan ziyade filmini bir resim gibi kurmuştur. Dolayısıyla, karşımızda takip edilecek klasik bir film öyküsü değil, ancak görüntülere nüfuz ederek kavrayabileceğimiz bir "Tarkovski freski" durmaktadır. Final sahnesini aklımıza getirdiğimizde, filmin Rublev'in resimlerinden yola çıkarak gerçekleştirilmiş, benzersiz bir sinemasal deney olduğunu da kabul edebiliriz.

 

 

Sinemaskop formatında çekilen ve her karesinde Tarkovski'nin görsel ustalığını yansıtan Andrei Rublev, 1971 yılında Batı'da gösterilmesinden itibaren eleştirmenler tarafından "katıksız bir başyapıt" olarak nitelendirilmiş ve son 30 yılda yapılan soruşturmaların çoğunda sinema tarihinin en iyi filmleri arasına girmekte hiç zorlanmamıştır.

(Mehmet Açar.)
 

 
Tarkovski ile Andrei Rublev üzerine söyleşiden
 
- Nasıl doğdu "Andrei Rublev"? 
- TARKOVSKİ: Bir akşam Konçalovski ve diğer bir dostumla masa başında tartışıyorduk. Bu dostumuz "Niçin Rublev üzerine bir film yapmıyoruz? Ben oyuncuyum, Rublev rolünü de pekala oynayabilirim. Eski Rusya, ikonlar çok güzel bir konu olur" diye önerdi. İşin başında, bu fikir bana gerçekleştirilemez, hatta berbat, benim dünyamdan çok uzak gibi göründü. Bununla birlikte ertesi gün filmi yapmaya karar vermiştim. Andrei Konçalovski ile çalışmaya başladık. Ne mutlu ki, Roublev'in yaşamı üzerine çok az şey biliyorduk. Bu bize büyük bir eylem özgürlüğü tanıdı. 
- Vladimir'in çantasından, Çan'ın yapımına kadar bütün epizodlar sizin tarafınızdan mı seçilip tasarlandı? 
- TARKOVSKİ: Bütün bunlar uyduruldu. Ama bu yeniden yaratımdan önce varolan tüm belgeler tarandı. Bir anlamda Andrei Rublev'in yaşamını elimizdeki tarihi belgelerin ışığında yeniden keşfettik. 
- Böylece son derece kişisel bir film oldu... 
- TARKOVSKİ: Kişisel olmayan bir film yapılabileceğine inanmıyorum. 
- Filmin ana sorunu, hastalanan sanatçının yaratımdan vazgeçmesi, bir Tarkovski düşüncesi mi? 
- TARKOVSKİ: Elbette, aslında bir kaç ikon dışında Rublev üzerine hiç bir belgemiz yoktu. Ama Rublev'in kariyerinde bir boşluk, yaratımsız geçen önemli bir dönem olduğu biliniyor. Bu dönemi bir reddiye olarak yorumladım. Ama mesela, Rublev'in bu dönemde Venedik'te olduğunu ispatlayan bir başka yorum çıkarsa ne şaşırırım ne de şok olurum. Belki de Vladimir Katedral'inin yıkılması onu hiç sarsmadı. Ben bir Rublev yarattım ama başka yorumları da kabul ederim. 
- Andrei Rublev kötülüğe maruz kalan bir dünyada sanatın meşruiyeti üzerine bir film. Kötülük sürekli iş başındayken güzeli yaratma tutkusu niye? 
- TARKOVSKİ: Kötülük ne kadar artarsa güzeli yaratma nedeni de bir o kadar artacak. Şüphesiz daha güç olacak, ama daha da gerekli. 
- Tabii bunun alelade bir sanat olmaması koşuluyla. 
- TARKOVSKİ: Ne demek alelade bir sanat olmaması? 
- Tanrı’nın dünya projesi ile uygun düşen sanat. 
- TARKOVSKİ: İnsan varolduğu sürece yaratma eğilimi de var olacaktır. İnsan kendini insan olarak hissettiği sürece bir şeyler yaratmaya girişecektir. İşte onu yaratıcısına bağlayan şey burada. Nedir yaratım? Neye yarar sanat? Bu sorgulamanın cevabı şu formülde yatıyor: Sanat bir yakarıştır. Bu her şeyi anlatıyor. İnsan sanat aracılığı ile umudunu dile getirir. Bu umudu dile getirmeyen, manevi temeli olmayan hiçbir şeyin sanatla ilgisi yoktur, bunlar ancak parlak birer entellektüel analiz olabilirler. Picassonun tüm eserleri bu entellektüel analiz üzerine kurulmuştur. Picasso dünyayı kendi analizi, kendi entellektüel yeniden yapılanması adına boyar. Adının tüm prestijine rağmen itiraf etmeliyim ki sanata hiçbir zaman ulaşamadığını düşünüyorum. 
- Dünyanın bir anlamı olduğunu öne süren sanattan başka sanat yok mu sizce? 
- TARKOVSKİ: Tekrarlıyorum, sanat bir yakarma, bir dua biçimidir ve insan yalnızca duasıyla yaşar. 
- Birçok insan "Andrei Rublev"de bugünün Sovyetler Birliği'ne, Rusya'nın geçmişte ki manevi yaratıcılığını yeniden bulabilmesi için gönderilen mesajlar olduğunu düşünüyor. 
- TARKOVSKİ: Bu mümkün ama benim problemim değil. Bugünün Rusya'sına mesaj göndermiyorum. Zaten hiçbir Rusa hiçbir şey söylemek istemiyorum artık. "Halkıma demek isterim ki... Bütün dünyaya derim ki..." türünden peygambervari erdemler artık beni ilgilendirmiyor. Ben bir peygamber değilim. Tanrının şair olma olanağını, bir katedraldeki inananlardan farklı bir biçimde, yakarma olanağını verdiği bir insanım. Bundan başka ne bir şey söyleyebilirim ne de söylemek istiyorum. Eğer Batı toplumu benim filmlerimde Rus halkına yönelik mesajlar buluyorsa, bu iki halk arasında halledilecek bir problemdir. Benim problemim değil. Benim bir tek kaygım var; Çalışmak, sadece çalışmak.
 

 

 

Nick James : Bu benim ilk on filmimden biri Andrei Rublev. 
 

Peki neden Andrei Rublev ilk onunuzda ? Tarkovsky'den farklı bir film de seçebilirdiniz. 

 

 

N.J.: Tamamıyla duygusal nedenlerden ötürü sanırım. Andrei Rublev ilk izlediğim Tarkovsky filmiydi. Galiba on dokuz yaşındaydım. Özellikle son sahneler, son sekanstaki mücadele benim için başka sanat dallarının yetersiz kaldığı yerde sinemanın neler yapabildiğinin bir ifadesi. Bu film, epik bir anlatımla, sinemanın sonradan ortaya çıkan bir sanat dalı olarak nereye ulaştığını gösteriyor. Hiçbir şeyin kirletemediği bir şey bu, saf sinemadan söz ediyoruz. O zamanlar farkında değildim tabii ki, Rus sinemasını öğrendikten sonra çok sevdim. Filmin görüntüleri ve anlatımı gerçekten de dahice, daha önce görmüş olduğum her şeyden daha dahice ve büyüleyici. Yalnız bu filmi sadece iki kere izledim. Çok etkilendiğim filmleri çok kez izleyemem, eğer filmle mücadele etmemi gerektirecek bir durum yoksa. Sanırım yaşadığım o büyüyü korumaya çalışıyorum.

 

 

Sandra Hebron : Bir filmin kaç kere izlendiğine ilişkin başka ilginç bir olgu daha var. Senin de bahsettiğin sebeplerden dolayı çok izlemediğim bir Tarkovsky filminden söz etmek istiyorum. Geçen yılın Aralık ayında NFT'de (National Film Theatre) Stalker gösterildi. Yılın sonu olduğunu tahmin ediyorum; çünkü yıl sonuna kadar yaklaşık iki bin kadar film seyretmiş oluyorum festivallere seçmek için. Stalker'ı izlemeyi çok istiyordum ama bir türlü vaktim olmuyordu. Eğer festivaller için film seçiyorsanız, sürekli sizi şaşırtacak bir şeyler, yeni ve çarpıcı şeyler arıyorsunuz. Stalker'ı izlemek benim için ilk defa şaşırmak gibi bir şeydi. Bütün yıl boyunca izlediğim yeni filmlerin hepsinden daha fazla heyecanı bu filmde yaşadım. Yani bu filmleri izleyeceğiniz zamanlar var; bu filmleri ne zaman ve nasıl izlediğiniz konusunda çok dikkatli olmalısınız. 

 

 

N.J. : Ne zaman ve nasılın yanında zaman aralığı da önemli. Yani deneyim her zaman taze kalmalı. Çünkü o gerçekten sevdiğiniz bir şey. Bazı anlarda filmi takdir edersiniz ama sevemezsiniz, yani o tutkuyu hissedemezsiniz.

 

 

 

 
 

Tarkovski’nin 2. uzun metrajlı filmi 1966’da çektiği Andrey Rublev’dir.Filmin yapım ve gösterimi S.Birliği’ndeki Kruşçev sonrası değişime koşut gelişir.Yine de filmin yasaklanmasının nedeninin siyasi olmadığı söylentisi yaygındır.Tarkovski yasaklama nedenleri üzerine yorum yapmaz,yalnızca kendisinden istenilen değişiklikleri kabul etmediğini söyler.Sanatçı,sanatı ve toplumsal kargaşanın konu edildiği filmin yasaklanma nedenleri kimine göre dinsel,kimine göre tarihsel bilgilerin saptırılışı,kimine göre de filmdeki şiddetin dozudur.Nitekim 5 yıl sonra film yasaktan kurtulup gösterime girdiğinde Sovyet aydınlarınca tarihsel ‘gafları’ nedeniyle eleştirilir.Tarkovski’nin bu eleştirilere yanıtı,böyle bir ölçüt kullanıldığında ,yalnız Hamlet’in değil Jul Sezar’ın da tiyatro tarihinden atılması gerekeceği şeklinde olur. “Eğer şimdiye ilişkin değilse, tarihsel filmin benim gözümde bir anlamı yoktur” diyen Tarkovski filminde hakkında çok az şey bilinen Rublev’e ilişkin genel yargılara da karşı çıkar.Tarkovski ,çağdaşı ikon ressamlarından salt teknik açıdan değil acıma ,iyilikseverlik ve insancıllık gibi duyguların anlatımında da üstün olan Rublev’in mavi gözlü,sarışın,acı çeken bir ermiş olarak yorumlanmasına bütünüyle karşıdır. Zamanında egemen olan dehşeti yansıtmaması ,ikon yapma geleneğini yadsıyabilmesi Rublev’in derin, karanlık ,inatçı ve ateşli biri olduğuna kanıttır ,diye düşünür o.Ortodoks kilisesinin paganları yakıp, katlettiği; bilimle uğraşanların şeytanla özdeşleştirildiği; beylerin köylüleri ezdiği ve birbirleriyle kıyasıya çarpıştığı; göçmen Tatarların Ruslara saldırdıkları bir dönemde yaşayan Rublev’in yapıtlarında görülen duygu saflığı ve insana olan inanç ,Tarkovski’ye göre,bütün bu toplumsal dehşetin olumsuzlanmasından başka birşey değildir.Gerçekten filmde de oldukça acımasız bir ortamda yaşamasına ve çevresindekiler sık sık felaketle karşılaşıyor olmalarına karşın Rublev’in başına hiçbir şey gelmez. Rublev,yağmurdan kaçıp sığındıkları bir inde askerlerin köylüleri eğlendiren soytarıyı dövüp götürmesine, bahar şenlikleri yapan paganların askerlerce acımasızca toplanmasına , Tatarların bütün bir köyü kılıçtan geçirmelerine vs. çok yakından tanık olur.Kilise içindeki iki yüzlülüğü,sanatçılar arasındaki kıskançlığı,dinsel konuların nasıl yapmacık işlendiğini görür.Acaba Tarkovski ,Rublev’de kendi gölgesini mi görmüştür? Çünkü kendisi de Sovyet yönetimince fiziksel bir cezaya çarptırılmadığı halde, yakın arkadaşları ve başkaları sık sık hapsedilmiştir.Örnekse ,Tarkovski’nin kuşağından Sergo Paradyanov bunlardan biridir.Kuşkusuz yönetmen,S.Birliği’ndeki sanatçının tarihsel durumu üzerine çok şeyler söyler Rublev’de: fakat aynı zamanda sanatçı-toplum ilşkisinin evrensel boyutunu da vurgulayarak.Tarkovski’ye göre Giordano Bruno’nun katledilmesi ile Shakespeare’in Hamlet’i ilk kez sahnelemesinin hemen hemen aynı zamana rastlaması önemlidir.Tarkovski yönettiği Hamlet oyununda ,Hamlet’i tutucu çevresiyle didişen bir ilerici olarak yorumlar.Çevresindeki herkes etken olmayı sürdürürken Hamlet’in bu etleri ve kanlarıyla varolanlara karşı takındığı tutum ,bütün bu insanların çelişki ve isteklerini beyninde kurduğu bir ağ içinde toplama çabasıdır..Tarkovski filmleri gibi ,olabilecek olanın gerçek olanla,düş olanla yanyana dizildiği bu oyunun sonunda Hamlet ,bütün ölüleri ince ve yumuşak hareketlerle canlandırır ve hepsi birden ağır çekimde uyumlu bir kümeyi oluştururlar..Andrei Rublev’in sonu da çelişkili bir iyimserlik gösterir.Çevresinde hüküm süren şiddete karşı bir tavır olarak konuşmayı, yaratmayı, ve ikon yapmayı bırakmış olan Rublev,14-15 yaşlarındaki bir çan ustasının oğlunu örnek alır ve onunla birlikte yaratmaya devam etmeye karar verir.
 

 

 

Ingmar Bergman’a göre Tarkovski çağdaş yönetmenlerin en iyisidir, çünkü o hayatı zahiri bir görünüş olarak değil, bir rüya gibi algılamasını mümkün kılan yeni bir dilin mucididir. Tarkovski, bu yeni dili, kesin kuralları ve sınırları olan akılcı batı dünyasının değil, insanın doğasına, zaaflarına, korkularına ve duyarlılıklarına hitap eden doğu felsefesinin etkisinde şekillendirmiştir. 
 

Sinema estetiği üzerine kaleme aldığı “Mühürlenmiş Zaman”da Tarkovski, “İmge, hakikatin suretidir” der. “Körlüğümüzden aman bulup ufacık bir parıltısını yakalayabildiğimiz hakikatin sureti…” Tarkovski, bütün filmlerinde Tanrı’nın varlığını betimleme gayretine girmiştir. Yönetmen, artlarında hakikate dair göndermeler saklayan sıradan sahne ve konuları bu gayret doğrultusunda, tamamen yeni ve sıradışı biçimlerde ele alır.

Tarkovski filmlerinin her biri rüya benzeri bir iç tutarlılığa sahiptir. Ama bir filmden bir başkasına sabit kalan ve Tarkovski’nin yarattığı sinemasal dilin anahtarı görevini gören ve filmleri birbirine bağlayan birtakım ortak imgelerden de bahsetmek mümkündür. Birçok filminde çatışma anlarında bir sürahi süt yere dökülüp daha önce sakin seyreden aile içi ilişkilerin parçalandığını vurgular ya da karakterler birdenbire görünmez bir el tarafından göğe yükselir veya yere düşerler. Örneğin İvan’ın Çocukluğu filmindeki bir rüya sekansında İvan, hayret ve sevinçle ağaçların üzerine yükselip Rusya toprakları üzerinde uçmaya başlar. Son filmi Kurban’da ise postacı yere düşer, sonra kalkıp “Kötü bir melek bana dokundu” deyiverir. Karakterler kendilerini keşfin veya ruhsal aydınlanmanın eşiğine geldiklerinde açıklanamayacak şekilde Tanrı’nın eli değmiş gibi yere düşerler. Çoğu filminde aşıklar, sevişmek yerine göğe yükselirler. Göğe yükselen figürler, ilahi bir aşka gönderme yaparlar.
 

 

 

Tarkovski’nin kullandığı bu imgeler, insanın aklına tasavvuf düşüncesini getirir. Burada belirtmemiz gereken bir küçük ayrıntı, Tarkovski’nin Sovyet film okulu VGIK’ye girmeden önce, Moskova’da müzik ve Arapça üzerine eğitim gördüğüdür. Görüntüleri hakikatin suretleri olarak tanımlaması ve ilahi aşkı anlatırken kullandığı göğe yükseliş imgesi Tarkovski’nin tasavvuftan etkilendiğine dair ipuçlarıdır. Bu yüzden filmlerini tevekkül ve iman kavramlarıyla ele almak mümkündür. Yazıya girişte kullandığımız “Doğu felsefesi” gibi geniş ve belirsiz tanımlama, kuşkusuz birbirinden etkilenmiş, mistisizm ve dinsellikle harmanlanmış ancak farklı yönelimleri olan düşünce birikimlerini tanımlar. Tarkovski’nin art alanında Ortodoks Hıristiyanlık ve İslam etkilerinin dışında, Uzakdoğu’dan da etkiler bulunur. Birbirinden farklı üç imgenin birleşip parçaların toplamından çok daha büyük bir form oluşturduğu Japon Haiku’larının iç mantığından da etkilenmiştir. Mühürlenmiş Zaman’da Haiku’dan şöyle bahseder; “Bu dizeleri bu kadar güzel kılan, sonsuzluğa karışmadan önce yakalanabilen anın tekrarlanamazlığıdır.” Tarkovski’nin sinema dili Haiku’ların “yavaş yavaş deşifre etme zorunluluğu ve okuyanın altı üstü olmayan uzayın derinliğinde kaybolması” özelliğini çağrıştırır. 
 

 

 

1932’de Moskova’da iyi bir aile çocuğu olarak dünyaya gelmiştir Andrei Tarkovski. Babası Arseni itibar gören bir şairdir. Andrei, zamanının çoğunu babasıyla birlikte Bach dinleyerek, dini resimlere dair kitapları karıştırarak, babasının şiirlerini ezberleyerek geçirmiştir. Arta kalan zamanlarında, büyükannesinin köydeki ‘daça’sını ziyaret eden Andrei, ağaçlar ve tarlalardan ibaret pastoral manzaraları, belki farkında olmadan zihnine kazımıştır. 

Bu yüzden yönetmenin filmleri çocukluk hatıralarından kalma belirli nesneler ve olaylarla doludur; seramik süt sürahileri, dantelli perdeler, yağmur altında tutuşmuş bir ahırı izleyen çocuklar gibi. Otobiyografik filmi Ayna’da büyükannesinin sözünü ettiğimiz tahta kulübesini yeniden kurar, hatta çocukluğundan hatırladığı manzarayı tekrar yaratabilmek için civar tarlalara kara buğday ektirip başak vermeleri için bir sene bekler. Tarkovski’nin bu konudaki mükemmeliyetçiliğe varan titizliğini, kişisel hatıralarına verdiği önemle açıklayabiliriz. Tarkovski, hatıralarına kendi kendiyle hesaplaşma sırasında kaydedilen kriptolarmışçasına değer verir. 
 

 

 

 

 
İlk uzun filmi olan İvan’ın Çocukluğu, bu etkiler altında derin, dindar bir estetik duyarlılığın izlerini taşır. Film, İkinci Dünya Savaşı sırasında, Alman sınırında, 12 yaşında bir Rus İzci çocuğunu anlatır. İlk bakışta dönemin toplumcu gerçekçi filmlerini andırır “İvan’ın Çocukluğu”; kendini vatanına hizmet etmeye adayan genç kahraman… Ancak, Tarkovski, rüyaların kullanımıyla, çoğu Hıristiyan temellere dayanan, dini hikâyelerden ve resimlerden alınmış semboller ve imgelerin karmaşık bir düzenlemesiyle tamamen mistik bir eser meydana getirmiş, bunu da vatanseverlik teması arkasına gizlemiştir. Tıpkı Soljenitsin’in “İvan Denisoviç’in Hayatında Bir Gün” kitabında yaptığı gibi bir maskelemedir bu! 
 

Sovyetler’de ortaya çıkan dini bir sinemanın varlığı, antikomünist batı için papanın Polonyalı olması gibi bulunmaz bir fırsattır. Duvarlar yıkılıp Sovyetler dağıldıktan sonra bir kenarda unutulan Soljenitsin nasıl soğuk savaş düzeninde batıda müthiş bir itibar kazanmışsa, Tarkovski de aynı şekilde İvan’ın Çocukluğu ve özellikle Andrei Rublev’den sonra hızla adını ‘özgür dünya’da duyurmaya başlamıştır. Ancak Tarkovski’nin hakkını teslim edelim; öyle müthiş bir dehayla üretmiştir ki eserlerini, bugün hâlâ sinemaseverleri etkilemekte, yolunu takip eden yönetmenler, hatta İran sineması gibi ülke sinemaları bulunmaktadır. Yani, bir sinema dahisi olduğu için ün kazanmıştır. Soljenitsin gibi konjonktürel bir itibar değildir onunki; bu yüzden, kullanılıp bir kenara atılmak gibi bir talihsizlik yaşamamıştır. 

 
 

Goethe, “Büyük bir kitap okumak büyük bir kitap yazmak kadar zordur” der. Yazarın hakikatle mücadelesi boyunca çektiği acıyı düşündüğümüzde diyebiliriz ki, eğer yeterince acı çekmemişsek, yeterince iyi okuyamayız. Tarkovski’nin filmleri, sersemletici derecede karmaşık ve şaşırtıcıdır. Özellikle ana akım Hollywood filmlerinin basmakalıp öykü yapılarına alışkın batılı seyirciler için… Bırakın klasik Hollywood anlatılarına mahkûm patlamış mısır tüketicisi seyircileri, avangard sinema örneklerine alışkın, kararlı sinema öğrencilerini bile ilk deneyimlerinde yılgınlığa sürükleyecek kadar zordur Tarkovski filmleri. Seyirci çoğu zaman her yeni sahnenin başlangıcında, sahnede geçen olayın veya imgenin hikâyenin neresine oturduğunu düşünerek ve çoğu zaman, bir karakterin kimliğini veya niyetlerini filmin sonuna gelene kadar öğrenemeden film boyunca sahneler arasında sürüklenir. Bir Tarkovski filminin yarısına geldiğinizde cevaplardan çok sorularla karşılaşırsınız. Tarkovski, gerçek hayatın trajedilerden ibaret olmadığını bilir. Hayat çoğu zaman bombaların patlamadan etkisiz hale getirilmesi, yolcuların uçağı sağ salim yere indirmeleri, iyi adamın kötü adamla mücadelesi gibi basit çatışmalardan ibaret değildir. Örneğin ‘Andrei Rublev’ filminde çatışma, ‘Andrei yeniden resim yapacak mı?’ sorusunun cevabı üzerine kurulmak yerine Andrei’in çektiği ızdıraplar, sanatın maksadına ilişkin sorgulamalar ve inanç bunalımları etrafında gelişir. Bu karmaşık anlatı yapısı, Tarkovski’nin ana akımdan ayrı, kendine has bir dil geliştirebilmiş özgün bir sinemacı olarak tüm dünyada takdir görmesini sağlar. 

 

 

“Andrei Rublev” ile tüm dünyada, film festivallerinde ödüllere boğulan Tarkovski, Eisentein’dan sonra en iyi Rus yönetmen olarak değerlendirilmiştir. Batının büyük ilgisi sayesinde tamamen engellenmese de, ancak ciddi kısıtlamalar altında çalışmasına izin verilen yönetmen, bu nedenle 25 yıllık kariyerine topu topu 7 film sığdırabilmiş, bürokratik engellemeler yüzünden Andrei Rublev’den sonra bir daha asla epik bir film çekebilecek kadar büyük bir bütçe şansına sahip olamamıştır. Nihayet, 1983 yılında, İtalya’da, altıncı filmi olan “Nostaljiya”nın çekimleri bittiğinde karısı Larissa’ya birlikte, geride oğlu Andriyuşka’yı bırakarak batıya sığınan Tarkovski, hayatının geriye kalan bölümünü Andriyuşka’yı yanına almak için Sovyet makamlarından gerekli izni çıkarmaya ve son filmi “Sacrifice”ı (Kurban) bitirmeye çalışmakla geçirir. Batıya ilticasından üç sene sonra İsveç’te son filmi üzerinde çalışırken vücudunda ölümcül bir tümörün varlığını öğrenen Tarkovski, 1986 kışında, Paris’te acılar içinde hayata veda eder. Eserlerini hayatıyla bütünleştirebilmiş bir dahinin büyük acılar içinde ölümü, acı çekmenin ulvi, bilgece anlamlar taşıdığı doğuda, mağrur ve görkemli bir son sayılır. Böylece Andrei Tarkovski, hayatı ve eserleri sayesinde çevresinde yarattığı hareyle, tıpkı vatandaşları Dostoyevski ve Tolstoy gibi büyük acılar çekmek pahasına ölümsüz dehaların arasına karışmıştır.

 

 

"Andrei Rublev" 1995 BBC 100'de yer alan tek Rus filmiydi. Dünyadaki en iyi eleştirmenlerin hazırladığı listede "Andrei Rublev" birinci sıradaydı. Sinema eleştirisi açısından hazırlanan listelerin ilk onunda ise hem "Andrei Rublev" hem de "Ayna" vardı. Umarız artık bilinçli seyirciler, Tarkovsky gibi zirveye çıkmış sinemacılara hakettiği ilgiyi gösterirler.

Kaynak: http://forum.divxplanet.com/index.php?showtopic=89390