"İnsan bir kuyuya düştüğünde,

itenin ne önemi vardır ki.

Onu en çabuk şekilde dibe götüren, kendi ağırlığıdır."[1]

(John Webster)

 

 

Yazar: Volkan Durmaz

 

Yere düşmeseydi çamura batmayacak, sonra akıp o mazgaldan içeri girmeyecek, kapkaranlık dehlizlerde sürüklenmeyecek, pisliğe bulaşmayacaktı. Önce dışı kirlendi, sonra içine doldu bütün kir... Kim itti onu yere? Artık ne önemi var! O artık dipte...

 

"İnsanoğlunun yok edilmesi dileklerimi hiç yüksek sesle söylememiştim. Sadece garip hayallerle hoş tutardım kendimi... Yeryüzünde evrenin seyredilebileceği noktayı bilseydim, oraya koşar, toprağa bir kazık sokar, ona asılır ve düşerken dünyayı da peşime katarak kendimi boşluğa atardım..."[2]

 

"İnsan kendine hayat seçemiyor"[3]

Fransız kara romanının en büyük ustası olarak kabul edilen Léo (Léon) Malet, hayatın dibe vurduğunu hissettiğim anlardan birinde, bir akıl hastanesindeki revir çekmecesinde gösterdi kendini bana... Şükrederek tükettiğimiz simsiyah ziftle kaplı hayat yolumuzun üstünde, suni ışıklı bir tabelayla şöyle yazıyordu: "Hayat Berbat"

 

Anarşi ve sürrealizmin oğlu: Léo Malet

Fransız polisiye yazarı Léo Malet, 1909'da Montpellier'de doğdu ve çocukluğunda bir yetim hayatı sürdü.  Bir fıçıcı olan dedesi tarafından büyütüldü ve kâtiplik, hademelik gibi birçok küçük işte çalıştı. 16 yaşında anarşist yazar ve militan André Colomer ile tanıştıktan sonra Paris'e gitti, anarşist çevrelerle ilişkiye geçti. Paris'te şarkıcılık yaparken, fabrikalarda bulduğu küçük işler ve sahte iş kazalarından aldığı tazminatlarla geçimini sağladı. Paris'te pazarları yayınlanan anarşist bir gazete[4] satışında, bir bankada, bir kumaş tüccarının yanında çalıştı. 1929'da Sürrealizmin öncüsü André Breton ile tanıştı ve gerçeküstücü topluluğun toplantılarına katılmaya başladı. Bu iki isim, Malet'in hayatına yön veren en önemli ikili oldu.

 

 


 

1934 yılında Salvador Dali, Amerika'ya ilk gidişinde New York'ta 'Sürrealist Resim: Paranoyak imgeler' üzerine bir konferans verdi. Bu konferansta sürrealistler, kendisine kötü davranan babasını zehirleyerek öldüren ve ölüme mahkum edilen 'Violette Nozieres'e saygı duruşunda bulundular. İşte bu dönemde Léo Malet, Jacques Hérold, Gisele Prassinos ve Dora Maar ile birlikte sürrealist gruba katıldı.

 

 

Malet, Yves Tanguy ve Salvador Dali ile daha da yakınlık kurmuştur. 1938'de André Breton ve Lev Troçki'nin girişimiyle kurulan Bağımsız Devrimci Sanatçılar Federasyonu'na (FIARI) girer. 1939'da bir yandan da bir fabrikada hidrolik ayarcısı olarak çalışır. 1940'ta Paulette Doucet ile hayatını birleştirir. Aynı yıl, gerçeküstücülerle Troçkistler'in girişimiyle hazırlanan bir bildiriye imza attığı için, "devletin iç ve dış güvenliğine zarar vermekten" Rennes'de tutuklanır. Alman ordusu Rennes'e varmadan gardiyanlar tarafından serbest bırakılır, yürüyerek Paris'e ulaşmaya çalışırken Almanlar tarafından yakalanır ve toplama kampına gönderilir. Bir doktorun yardımıyla 1941'de serbest bırakılır ve Fransa'ya döner. "Frank Harding" takma adıyla sahte Amerikan polisiyeleri yazarak hayatını sürdürür. Nihayet bu kitapların başarısından cesaret alarak kendi adıyla gerçek bir Fransız polisiyesi yazar: 120, rue de la Gare (İstasyon Caddesi, No. 120).[5]

 

 

Daha sonra "Nestor Burma'nın Maceraları", "Les mystères de Paris" (Paris'in Sırları) dizisini ve 1948 yılında "Trilogie Noire" (Kara Üçleme) yi yazmıştır.

 

Kara Üçleme

Léo Malet'in kuşkusuz en önemli mirası, Kara Üçleme (üç ayrı kitabın birleşimi) olarak da yayınlanmış olan kitapları "Hayat Berbat", "Güneş Bize Haram" ve "Ecel Terleri" dir.

 

 

Düşmüş dünyaların onurlandırıcısı Léo Malet'in romanlarında (özellikle Kara Üçleme'de), klasik polisiyenin o seyreltilmiş, hijyenik ve rasyonel kurgusundan hiçbir ize rastlayamazsınız. Malet, en karanlık köşelerden, en çaresiz ve en büyük suçlara itilmek zorunda bırakılmış, cesurca suçunu işleyen biçare 'kahramanları' kaleme almıştır. Suçun kahraanları, hayatın kahramanlarıdır çünkü. Malet'in, yarattığı kahramanlarına zaman zaman hayranlık duyduğunu ve onları ödüllendirircesine değerlendirdiğini hissetmek hiç de zor değil. Bunun yanında Malet, okuyucularına çaresiz bir tanık, bir izleyici, eli kolu bağlı bir seyirci olmaktan başka şans da bırakmaz. Suçlular, en büyük alkışlarını kazanırlar onun romanlarında... Ortaya yegane netice çıkar: "Hayat Berbat"... Sadece bakar ve dehşete ve hatta çelişkiye düşersiniz... Malet, yüzünüze çarparcasına öykülerini anlatırken 2-3 sayfada bir bunu vurgular: "Hayat Berbat..."

 

"Hakikaten de kendimle bayağı çelişki içindeydim. Hayat bir çelişki ağından ibaretti. Hayat berbattı. Yaşama lafını kullanmamak lazımdı; berbat etme, bağırma, azarlama ve kusma demeliydik. Gülümseyerek kalktım."[6]

 

Hikayesini anlatırken zaman zaman konuşmalarda, bu iki kelimeye yer verir. Sanki Malet'e göre bu, gerçek hayatın çıplak şifresidir.

 

Malet anlatımında kan lekelerini güzel olarak nitelendirir. Ne de olsa suç, özünde masumanedir:

 

"Küçük yoksul elbiseleriyle, güzel kan lekeleriyle süslü, yoksul bir küçük kızın yoksul elbiseleriyle yerde yatıyordu, bir kömür yığınının üstünde bacakları ayrık, sarı saçlarının arasında cüruflar, zom olmuş askerlerin sıcak ve kesici ölüm tohumlarıyla dolu bakire rahmiyle... On yaşındaydı. Ben de on yaşında olmak isterdim. Hayat berbattı. Bu her gün kendini gösteriyordu. On yaşında olmak isterdim. Muazzam bir on yaşında olma arzusu. Hayat berbattı; bu, tiksindirici ve korkunç bir çarktı; biz de berbatlığının sürmesine katkıda bulunuyorduk. Başıboş asker berbattı, biz de... bu yanda ve öte yanda kanlı domuzlar. Önüne geçilmez bir kusma isteği karnımı burdu ve elimde tabanca, dudaklarımda bir alay hamile kadına düşük yaptırabilecek bir gülümsemeyle arabadan fırladım."[7]  

 

Kurulu düzenlerin suçu ve suçluyu nasıl cezalandırıp, suçlu ortadan kaldırıldığında bile sağlanan gelip geçici düzenin ne kadar sahte ve suçun gizli sahibi olduğunu gösterir bize...

Onun kahramanları hırsız, katil ya da sadisttir. Hayat berbattır. Şiddete yönelmek ise tek çıkış kapısıdır.

 

Kara Üçleme, Paris'in ve Fransa'nın genelde gizli kalmış karanlık yanını da gösterir. Gaspar Noe'nin "Irreversible" (Dönüş Yok) filminde "Fransa'da bu sokaklar gerçekten var mı?" sorusunun yıllar önce cevabını vermiştir Leo Malet...

 

Okuyucuyu iliklerine kadar sarsmak için yazılmış öyküleriyle Malet, rahatsız edici bir biçimde kaleme aldığı olaylarla okura tokat üstüne tokat vurmakta, akıllarda açtığı yarayı daha da deşmekte, hatta derinleştirmektedir.

 

"Hayat berbat" yada "kötülüğü yazmak" üzerine...

 

 

Hayat Berbat, 'kuyuya düşen ve düştükten sonra olabildiğince hızlı bir şekilde en dibe vuran insanların makûs talihlerini' anlatır. Baudelaire, "kendini mahkûm etmeyen insan kendini sonuna kadar sevemez de..." der. Zira "Tasarlanmış Kötülük Caziptir"

 

Yapılan bir söyleşide Andre Gide'a, 'İsviçre'de neden büyük romanın olmadığı' sorulur. Gide, "Çünkü orada cinayet yok" der.[8] Ona göre cinayetin, kötülüğün ve haksızlığın olduğu yerde sanat bütün görkemiyle ortaya çıkar. Sadece iyiliğin işlendiği, her hareketin iyilikle karşılık bulduğu bir sanat ise düşünülemez.


Hayat Berbat'taki Jean hayatının sonuna kadar iktidara ve toplumun saygın değerlerine karşı bir mücadele biçimi olarak kötülüğü, kötü olmayı seçer. Onların iyiliklerle dolu dünyasında, bir ihanetçi, bir alçak olmayı yeğler. İhaneti sever; ihanette, kendisine ait olan 'en iyiyi' ve 'en kötüyü' bulur. Kötülüğün ve o kavramın üzerinde yükseldiği hayatların konu edildiği Kara Üçleme ve özellikle "Hayat Berbat", temellerini bunun üzerine kurmuştur. Bu dünyadan hiçbir beklentisi olmayan, ümitsiz ve bir o kadar da öfkeli "antikahraman" Jean'ın liderlik ettiği çete, bir fabrikanın grevdeki işçilerine destek olmak için soygun yapar. Ancak soygun planladıkları gibi işlemez ve birkaç kişiyi vururlar. Jean buna üzülmez bile! Olmuştur bir kere. Bu soygunda vurulanlardan biri üstelik ölümüne sevdiği ve başkasıyla evlenen Gloria'nın babasıdır. Hatta bunun için sevinir de... Bu soygunla birlikte çete giderek adi birer soyguncuya dönüşür. Kendini topluma kabul ettirme gereği duymazlar. Çünkü zaten ümitsizdirler ve onları zaten yasaların ve toplumsal kuralların dışında bırakmış bu topluma karşı öfkeli ve acımasızdırlar. Her şeyi sükûnetle ve biraz daha alkol tüketerek karşılarlar. Hayat Berbat, Jean'ın ağzından ve Jean temel alınarak anlatılır. Jean bize sokakları ve acımasızlıkları sakin ama öfkesi her kelimesinden sızan şiirsel bir vahşilikle anlatır. Ümitsizlikleri, kuyuya atılmışlıkları onları hırçınlaştırır. Mutlu değillerdir...

 

"Bizim işlerde mutlu insanlara yer yoktur..."

 

"Güneş Bize Haram" yada "Zenginlerin güneşi..."

"Güneş Bize Haram" da ise on altı yaşındaki Andre Arnal adında bir yetim çocuğun serserilik yüzünden ıslahevine tıkılması ve ısıtmayan güneşin sıcaklığını kenar köşe dilberi Gina'da bulmasının hikâyesini anlatılır. Malet, bu hikayesinde yine sokağa yaslanır ve sokağın es geçilen, steril olmaktan uzak, çaresizlikleri içinde tükenmiş insanlarını anlatır. Daha doğumundan itibaren toplumdışı ilan edilen hayatlardan söz eder. Bunlar öyle hayatlardır ki, "güneşin sadece zenginlere ve şanslılara parladığını, onların güneşin farklı olduğunu" sanırlar. "Güneş Bize Haram" sözü buradan doğar.

 

 

" 'Anne-baba' diyen bir oyuncak bebeğin bile benden daha nasipli olduğunu, çünkü benim hiç anne-baba demediğimi söyledim. Yapamamıştım bunu. Ölmüşlerdi."[9]

 

"Serseri, dipten beslenen, sokağın diline hâkim, sokaktan geçip giden değil, orada olan ve orada kalan gayri meşru hayatları" anlatır Malet. Andre, ıslahevine atıldıktan sonraki zamanlarda çaresizce çırpınır ve serserilikle başladığı kariyerine hırsızlığı, cinayet işlemeyi ve kundakçılık yapmayı da ekler. Bu hayatta en güzel yerler kapılmıştır. Sokak herkes için acımasızdır...

 

Hayatta bir talihsizlik, bir diğerini davet eder.

 

"Sanki kısacık ömrümde, evimin kapısından çıkan cenazeleri seyretmekten başka eğlencem olmamış gibiydi. Erkek kardeşimden bahsetmedim. Bu yararsızdı. Ama o da listeye dahildi!"[10]

 

"Bir kedi, yayılacak uygun bir yer bulmak için sağı solu kokluyordu. En iyi yerler kapılmıştı!"[11]

 

"Ecel Terleri"

Ecel Terleri'nde ise yine kuyuya düşen ve kendi ağırlığıyla hızla dibe vurmaya yüz tutan başka bir antikahramanın hikâyesi anlatılır. Küçük çapta sahte mücevher işi yaparak geçinen Paul Blondel'in kaderi sokak kızı Jeanne (gene güzel bir fahişe) ile karşılaşmasıyla değişir. Tatlı birkaç ayın ardından sevgilisini elinde tutabilmek için daha büyük işlere girişmesi gerekecektir. Sınır bir kez aşıldığında ise artık durmak imkânsızdır. Küçük sahtekardan bir numaralı halk düşmanına evrilir Paul. Ve Malet'in diğer karakterleri gibi bir kez başlandı mı bir daha durdurulamaz. Kendini olayların akışına bırakır ve bunun için vicdani bir merhaleden geçmez.
Genel olarak bakıldığında Malet bütün edebiyatın ve okurun ezberini bozacak bir şekilde davranır.

 

 

Malet'in karakterleri genelde aşka karşı zaafı olan ve onun için çırpınan kişilerdir. Jean'ın hayatındaki tek masum kişi ölesiye âşık olduğu Gloria'dır. Onunla cinselliğe dayanmayan, daha çok ruhani ve rüyalarda buluşulan bir aşk yaşar. Diğer yandan da bütün kadınları birer fahişe olarak görmekten de çekinmez. Ona bakıp gülümseyen ama alay ettiğini düşündüğü bir fahişeyi usulca belinden çıkardığı silahla vurmaktan geri kalmaz. Güneş Bize Haram ve Ecel Terleri'ndeki karakterler de aşk için her şeye yeltenirler. Ama bütün kadınlar aynıdır!

 

 

"... Beni sevmiyormuş... blöften... bizi satacaktı... onu seviyordum... o sevmiyordu... hepsi aynı... ben de indirdim onu... berbat bir şey bu... Hayat berbat dedim."[12]

 

Léo Malet, "Kara Üçleme" sinde kapkara bir dünyanın kapılarını okuyucuya açar. "Kara Üçleme" kısaca dibe vurmanın kitabıdır.

 


[1] Giriş Yazısı, Güneş Bize Haram, Leo Malet, s: 141.

[2] Hayat Berbat, Malet, s: 52.

[3] Hayat Berbat, Malet, s: 65.

[4] Le Libertaire ve L'Insurgé

[5] http://home.olemiss.edu/~memanuel/maletbio.html

[6] Hayat Berbat, Malet, s: 65.

[7] Hayat Berbat, Leo Malet, S: 14-15.

[8] André Gide:"I detest these honest folk. I may have nothing to fear from them, but I have nothing to learn from them either. And they have nothing to say...Oh, these honest Swiss. Where do their good manners get them?...They have no crime, no history, no literature, no art...They are like a sturdy rosebush without thorns or flowers."

[9] Güneş Bize Haram, Malet, s: 152.

[10] Güneş Bize Haram, Malet, s: 148.

[11] Hayat Berbat, Malet, s: 62.

[12] Hayat Berbat, Malet, s: 88.