"Tanrı bizi bu âleme niçin getirdi? Âlemi gürültülere boğalım diye."

22 Temmuz 2009

Yaratılmış olmak neden âlemi gürültüye boğmak anlamına geliyor?

Bu sorunun zihnimizde oluşturduğu gürültüyü takip etmek, çağır-ışımların ve çığır-ışımların peşine düşmek gerekiyor. Yokluk sessizlik, varlık ise sesliliktir. Varlık kalemin yazdıklarıysa, kalemin yazarken çıkardığı sesi kim duymuştur? Kur'ân insanların ve cinlerin yalnız Allah'a ibadet etmek (kulluk etmek) için yaratıldığını beyan ediyor.

Kulluk etmek, gürültü çıkarmak mıdır?

Mısrada ses çıkarmak denilse, büyük ihtimalle zihnimiz bu kadar zorlanmayacak, belki de okuyup geçecektir. Gürültü ilk bakışta rahatsız edici ses anlamına gelir ve zihnimizde olumsuz bir çağrışım uyandırır. Doğada yedi tane nota var, biz bu notaların belli bir ahenkle dizilmesinden müziğe ulaşıyoruz. Gürültü ise notaların sıralanmasındaki ahengin ortadan kalkmasını, düzensizliği ifade ediyor.

 Tabi, sadece bunla sınırlı değil, zira hoşlandığımız bir melodiyi dahi belirli bir ses aralığında dinlemek isteriz. Demek ki gürültü, düzensizliği olduğu kadar dengesizliği de işaret ediyor. Doğadaki birçok ses gerçekten bir gürültüdür, ve buradan bakılınca alemin gürültülere boğulduğu doğrudur. Fakat iyice kulak verildiğinde doğadaki seslerin kendi içinde bir ritm bulundurduğu hissedilebilir. Zira notalar doğadan alınmıştır ve müzik içimizin olduğu kadar tabiatın da bir yansıması, taklididir. Sadece Anadoludaki örneklere bakarak bile, coğrafyanın müziği belirleyen unsurlardan biri olduğunu görebiliyoruz. Aynı şekilde bozlak dediğimiz tür, ismini yavrusunu kaybeden dişi develerin feryadı anlamındaki bozulamak kelimesinden almıştır. Evet, doğanın gürültüsü dikkatle dinlenirse birbirini tamamlayan seslerden oluşur.

"August Rush" (Kalbini Dinle adıyla ülkemizde izlendi) , "şehrin ritmine kulak ver" derken alt metinde evrenin ritmine kulak ver der gibidir. Kaldırımda yürüyen adam, akan bir şelale, köprünün altından geçen tren ve diğerleri. İyice kulak verdiğinde kendi içinde akıp giden bir ritim. Ve August Rush, eline gitarı alır, ritme verdiği kulağına gelen sesleri notlara dökmeye başlar.

Doğanın gürültüsünde bir müzik, düzensizliğinde bir düzen olduğu iddiası bize Kaos Teorisini hatırlatıyor. 20. yüzyılın ürettiği Kaos Teorisini akla getiren, evrende karmaşa içinde varolan ahenk prensibini de aşan bir konudan bahsediyoruz. Bu teoriye göre düzensizlik gibi görünen şeyler de bizim henüz açıklayamadığımız bir düzen vardır. Damlayan suyun ve yükselen sigara dumanının hareketini matematik bir modelle açıklamak mümkündür. Aslında modern bilimin üstü örtük biçimde ifade ettiği veya etmeye çalıştığı "her şey izah edilebilir, eğer edemiyorsan sen hazır değilsindir" anlayışı, bizi kainatta varolduğuna inandığımız ilahî nizamla ilgili bazı soru işaretlerine yöneltir. Descartes sonrasında batı dünyası   Tanrıyı yadsımadı, ancak O'nu dünya dışı(rasyonel) bir alana hapsetti. Dünya salt rasyonel olamayacak kadar irrasyonel ya da salt irrasyonel olamayacak kadar rasyoneldir.

Tanrı alemi yaratmıştır, bir saat gibi kurmuştur ve sonrasında kainata herhangi bir müdahalesi yoktur. Newton'un mekanik fizik anlayışını geliştirmesi, cisimlerin hareketinin belli matematik formüllerle açıklanması ve bu formüllerin cihanşümul özellikler taşıması neticesinde, seküler bir yaşam tarzının da temelleri atılmıştır. Zira kâinat Tanrı'nın belirlediği bir takım sabit kurallarla yönetilmektedir ve insan, zaten var olan bu kuralları matematiğin diliyle izah ederse doğayı yönetebilecektir. Tabiatı sevk eden bütün kuralları deşifre ettiğinde tabiatın sevk ve idaresini tamamen eline alacak, Tanrı olacaktır. Kaderi bilen kadere hükmetmek isteyecektir.

Mesela, Tesla atmosferdeki iyonosfer tabakasında katmanlar halinde bulunan elektrikten istifade edilebileceği fikrini geliştirdi. Pentagon ve CIA bu fikirden "Uzay Savaşları Projesini" üretti. Bilgi güçtür. Bildiğin zaman müdahale edebilirsin.

 

Peki, belirli bir şekilde olagelen bir vaka, kendini aynı şekilde tekrar etmek durumunda mıdır? Ateş hep yakar, su hep kaldırır mı?

 

Kadir-i Mutlak dediğimiz Allah, kendi belirlediği nizama müdahale edebilir mi?

 

Eğer Allah evreni yaratmış, nizamı koymuş ve karışmıyorsa o halde nasıl Kadir-i Mutlak oluyor? Yok eğer, herkesi yakan ateşin İbrahim'i yakmaması gibi nizama istediğinde müdahale edebiliyorsa o halde ilahî bir nizamdan nasıl bahsedeceğiz?

 

Müslümanlar burada tuhaf bir çelişkiyle karşı karşıya kalıyorlar. Eğer alemin bir nizamı olduğunu söylersek, kendimizi bilimin determinist dilinden nasıl ayıracağımızı bilemiyoruz; zira şunu iyi biliyoruz ki O dilediğini yapar, bir şey olmasını dilediğinde sadece ol der, ve O her an bir yaratma halindedir. Alemin bir nizamı olmadığını da söylemiyoruz, O'nun her şeyi bir ölçüyle yarattığını biliyoruz. Ölçü veya kural dediğimiz şeyler, rasyonel alana hapsedilemez. İrrasyonel alan saçmadır, orada bir ölçüden bahsedemeyiz. Ancak non-rasyonel bir alan daha vardır ki, orada idrak edemediğimiz bir şekilde, rasyonel alanın ölçü ve kaidelerini de belirleyen başka bazı kaideler mevcuttur. Kartezyenizmin bizi getirdiği ve bugün birçok meseleyi doğru anlama şansımızı ortadan kaldıran trajedi, rasyonel ile irrasyonel arasına sıkışıp kalmış olmamızdır.

Bu durum, uzunca bir süredir dinin temel kaynaklarını, bilimin verileriyle okumamıza neden oluyor. Bilimin verileriyle çelişen bir ayet bile olsa, aklımıza ilk gelen ayeti tevil etmek oluyor. Yağmur, artık Allah'ın bir rahmetinden ziyade bir doğa olayıdır bizim için. Sünnetullah, fizik kurallarıdır. Göğü bilmiyoruz, yıldızları, geceyi, gündüzü, ayı ve güneşi bilmiyoruz artık. İçinde gök, yıldız, ay, güneş, gece ve gündüz gibi kelimeler geçen ayetlerin bizim için anlamını yitirdiğini, bilim ve teknolojinin bu ayetleri tahrif ettiğini söylesek mübalağa etmiş olmayacağız. Kur'an semadan dünyaya nasıl tedricen indiyse, dünyadan semaya da tedricen rücu ediyor.

Borges'in "İlahî Nizamsızlık" tabirini burada kullanabiliriz. Belki de İlahî Nizamsızlığı isteyen Tanrının kendisidir. Polonyalı yönetmen Kieslowski'nin Dekaloglarının birincisinde işlediği bu çelişkiyle yüzleşmeye zorlar izleyiciyi. Bir bilim adamının Tanrısı ile onun kız kardeşinin Tanrısı (kilise) arasında gelip giden bir çocuğun gözüyle bakarız meseleye. Çocuk buz tutmuş gölde kaymak için babasından izin ister. Baba bütün hesaplamaları yaparak buzun direncini hesaplar, çocuğuna buzda kayması için izin verir. Her şey yolunda, bütün veriler olumlu bir tablo çizerken, buz kırılır, çocuk düşer ve boğularak ölür. Bilim adamının Tanrısı ona ihanet etmiştir. İnkâr ettiği kilisenin(halanın) Tanrısı ona gücünü göstermiş ve haddini bildirmiştir: "Senin Tanrın Benim."

Fakat burada bir sorun var: Her türlü hesaplama ve çıkarımlarımıza rağmen o fizik kanunlarını bize sunan da aynı Tanrı değil midir?

Kitaptan okuyalım: Her ne kadar suyun kaldırma kuvvetini keşfeden, gemiyi yapan insan olsa da tıpkı göğü direksiz ayakta tutan O olduğu gibi, gemileri yüzdüren O'dur.  

 

"Tanrı evren ile zar atmaz" diyen Einstein tıkır tıkır işleyen dakik kural ve kanunlar koyan bir Tanrının evreninden bahsediyor. Bu evren ne kadar var?

 

 

 

Yorum ekle


Güvenlik kodu
Yenile