Mağara 8. Sayı (Ağustos- Eylül 2000)


Kimdendir

zar tutan şahbaz yüreğimde

yırtacak sesler tohumlayan

mezarları yalpalayan hayatım

ve benim unutulan şarkılarım

ve benim

kanayan bir yumruktur bakışlarım.



Kanayan bir yumruktur bakışlarım.

Desem gök benim içimde parçalanır

yeryzü en ferah pencereye bende açılır,

sen yüzüyle dünyayyı kirleten şehir

seni ne kadar yıkasam yüzün bellidir

gönlü yok çünkü

savaşmaya mağdurların

pencereden bakmaya yüzleri yok,

bezgin bir sabah giyiliyor

güneşin anlattıklarına katlanmak için

dağdâr elbiseler içinde zaman

geniş ihanetlere doğru ilerliyor.

Bu kadar çok mu özlüyorum seni

bunca zaman aç mı geziyor canım

güneşi yarıp gelen sözlerin için

ne gördüm ne istedim senden

sevgilim. Vücudumun hürriyet yurdu

                                                doyur beni.



Bir tereddüt ağrısıyla yaşamaktı

güç bela dünyaya sokulan bedenim,

babamı öldürmeyen ölüm vardı

anamın her akşam doğurduğu gurbet

bacımı ellerimle sunduğum

kısmetten bana

dünle yarın arasında sıkışmak kaldı,

dilimde ağır kavramların heybeti

tenime uygun bir kapı aramaktan

tenimin bütün kapıları kapandı

hiçbir dilekçesi yoktu hayatımın

meğer ki aşk,

dönüp durmaktı benliğini

her ölümde zerafet

ve her hayatta

kabahat saymak kendini.

Yaşamak oysa

ölümden kaçmak değil miydi

ben bir ceza değil miydim

yürümek isteyen umutlarıma?



Kanayan bir yumruktur bakışlarım.

Arkama bakmadan yürüdüğüm yollar

beynimi dağıtmadan gece serilsin

peşim sıra dâiyanım

diri çiçeklerim yetişsin diye

bütün mevsimlere haber saldım

eğinimde boy veren gülbünlerimi

alnımdaki güneşler yeşertecek.

Uzattım dudağımı göklerin sofrasına

ben ki şarap diye

aylarca Mansur'un idamını içtim

bu çetrefil sevinçler yetsin istedim

bitsin gönlümün pası bozuk niyetler

ya aklım ya aşkım beni terketsin.

Görülecek ne halim varsa gördüm

dinmedim,

koynumda bulutlardan bir haber

taşlanan benliğim sokaklarda yanarken

halden anlayanın attığı gül

mavi suların uyuttuğu kadınım

beni her sabah aynı bekler:

Huz ma safa

Dağ ma keder.



Söylenecek neyim varsa söylemek

o billur yatağına akmak istiyorum,

ne zaman yağmur yağar

ne zaman toprağı koklarım

göğsümde hep o bildik esrar

kokunu uzaktan, bir solukta tanırım

haydi kalk haydi uyan

sevgilim. Vücudumun hürriyet yurdu

                                                  çağır beni.



Kanayan bir yumruktur bakışlarım.

Ve benim günbegün ağaran umutlarım

sesimi nöbette tutuyorum geceleyin

yüreğim çarpar gözlerim kamaşır

gene çöl kumları gibi hüzünlere gizlisin.

Çok zaman, saçlarımı uykuya değmedim

yıldızlara hemrâh gökyüzüne sağrak

kuşlukta su içen kuş sesine eriştim,

-herkesin uyuduğu bir uyku vardır-

ben de uykumu

uykusuz görünen uykunun

uyanık uykusuna verdim.

Şimdi bana, bırakmayan beni

nasıl anlatsam nerden başlasam

ebulbeşerden kalma bu hasreti

gece nereye gider, güneş kimden gelir

elimde uzak vakitlerin uykusu

çöl kumlarını aklıma getiren kimdir?

Sonra neden

bu gözlerim yanmasa

bu dilim kapanmasaydı

sana elbet bir sırrımı açardım

yokulun varlığını aşmasaydı!...

Her sabah beni aynı yerde bekleyen

her sabah beni aynı kederle yokeden

sevgilim. Vücudumun hürriyet yurdu

                                                 dirilt beni.



Kanayan bir yumruktur bakışlarım.

Ve benim topraklanan şarkılarım

yaşamak için günümü bekliyorum

kendi kanımla abdest alacak

yüzümde halden anlayan tebessüm

aşk namazına duracağım.

Ey gölgemi ruhuma kafesleyen

ey canımı derdiyle süngüleyen

bir döşek ser uzak vakitlerden

sevgilim. Vücudumun hürriyet yurdu

                                                 uyut beni.