- Ayrıntılar
-
Kategori: DOSYA
-
04 Ocak 2013 tarihinde yayınlandı.
-
Gösterim: 18993

Aşk bağlılık mı bağımlılık mı?
Aşk nedir? Beyin mi yoksa kalp işi midir? Aşık olunca hayatımızda neler değişir? Yapılan bilimsel çalışma sonuçları ne söylüyor? Aşk ve Beyin dosya haber ile merak edilenler yanıt buluyor.
Aşk, aşırı sevgi ve bağlılık duygusudur. Seni Seviyorum, insanoğlu varolduğundan beri üremesinin ve ölümsüzlüğünün temelinde bu iki kelimeyi kullanarak bugünlere gelmiştir.
Google internet arama motorunda "love" kelimesi 2.080.000.000 kez web üzerinde görüntülenirken, tıbbi literatürlerin arandığı arama motoru olan Pubmed'de ise 9926 kez görüntülenmektedir. Google'daki popülerliğinin yanısıra bilimsel olarak da aşk konusu üzerinde birçok araştırma yapılmıştır.
MESA Hastanesi Nöroloji Uzmanı Prof. Dr. Mehmet Zülküf Önal, şu bilgileri verdi: "Aşk; kompleks nörobiyolojik bir fenomen olarak, güvenin, inancın, hazzın ve ödül aktivitelerinin beyinde yer aldığı bir süreçtir. Limbik sistemin bütünlüğünün işaretidir. Romantik aşk bizlere hayat verir ve motive eder. Bu süreç türümüzün devamlılığı için de gereklidir. Romantik aşkın olmadığı bir süreç, bizi birbirine benzeyen, yaratıcı özelliğini kaybetmiş, sosyal gruplara dönüştürür; ki bu hayvanlardan bizi ayıran en önemli özelliklerimizden birinin yokluğu demektir. Beyindeki kimyasallar aşkın farklı basamaklarında rol oynar ama esas hedef; türlerin devamlılığını sağlamaktır.
İlk Bakışta Aşk Var
İlk bakışta aşk vardır, üstelik bunu sağlayan kimyasal karışım, uzun bir beraberliğin garantisidir. İlk bakışta aşkın mistik bir yanı yoktur, aşk ve cazibeyi yöneten duygular değil; moleküllerdir.
Kadın Erkek Beyninin Farkları
Beynin yüzde 40'ı "gri madde", yüzde 60'ı "beyaz madde"den oluşur. Gri madde, bilginin işlendiği hücre gövdelerinden oluşur ve beyinde kullanılan oksijenin yüzde 94'ünü kullanır. Beyaz madde, yağlı bir protein olan myelin'dir. Aksonlardan ve dentritlerden oluşan iletişim ağının temel yapısıdır. Zeka, gri ve beyaz maddenin yani işlemci ve kablo bağlantılarının birlikte ve hızlı çalışmasını gerektirir. Kadınlardaki beyaz maddenin ön loblarda yoğunlaşmış olduğu, erkeklerdeyse ön loblarda daha az beyaz madde olduğu bilinmektedir. Ön loblar; duygusal kontrol, kişilik ve karar almada önemlidir. Erkekler beynin sol tarafını kullanmaya meyillidir. Kadınlar ise beynin her iki tarafını kullanırlar.
"Erkeklere göre Kadınlar Üç Kat Daha Fazla İntihar Girişimine Eğilimli"
Kadınların limbik lobu erkeklerden daha büyüktür. Limbik sistemin büyük olması kadınların ilişkilerde daha istikrarlı ve tutarlı olmalarını sağlar. Kadınlar daha az serotonin ürettikleri için depresyona daha kolay girerler. Erkeklere göre üç kat daha fazla intihar girişiminde bulunmaları da bu nedenledir. Erkek ve kadın genetik kodunun yüzde 99'dan fazlası aynıdır. İnsan genomundaki 30 bin genin yüzde 1'inden daha azı cinsiyetler arası değişiklik gösterir. Erkek beyni kadın beynine göre ortalama yüzde 9 daha büyüktür. Erkek beyni kadınlara göre yüzde 4 daha fazla nörona sahiptir. Ancak kadınlarda hücresel bağlantı daha çoktur. Bu durum, kadınların beyinlerini daha etkili ve verimli kullanmalarını sağlamaktadır.
"Aşık Olan Beyinde Aktive Olan Bölgeler Ödül Sisteminin Çekirdeğidir"
Bir erkekle kadın sıradan bir konuşma yaparken beyinleri taranarak, bir çalışma yapılmıştır. Erkeğin beyninde cinsellikle ilgili bölgeler aktive olurken bu durum kadın beyninde izlenmemiştir. Erkek bu görüşmeyi potansiyel bir cinsel randevu olarak görürken kadın bu durumu konuşan iki insan olarak algılamıştır. Romantik aşkı tetikleyen görsel uyarıdan başka bir şey değildir. Sanıldığı gibi ses, zeka, cazibe veya sosyal ve finansal statünün bir önemi yoktur. Aşık olan beyinde aktive olan bölgeler ödül sisteminin çekirdeğidir; Kortex, Anterior Singulat, Hipokampus, Striatum ve Nukleus acumbens.
Erkekler Neden Kadınlardan Daha Kolay "İlk Görüşte Aşık" Olur?
Manyetik Rezonans Görüntüleme tekniğinden (MRI) yararlanılarak gerçekleştirilen bir çalışmada, insanların nefret ettikleri birinin fotoğrafına baktıklarında aktive olan nefret sinir ağının, aşk sinir ağıyla ortak noktaları olduğu saptandı. İlk bakışta birbirinden etkilenen çiftlerin incelendiği bir araştırmada simetrik kemik yapısının, beğenide etkili olduğunu ve bunun doğacak çocukların genetik yapısını belirlediğini tespit etmişlerdir. Araştırmaya göre, erkeklerin yüzde 60-80'i kalça ölçülerini, doğurganlığın bir simgesi olarak algılıyor. Kadınlar ise feminen yüz çizgilerine sahip erkekleri daha yumuşak ve güvenilir bulup, etkileniyor. Aşık kadınlarda beyin taramalarıyla yapılan çalışmalar kadınların beyninde birçok alanın hareketlendiğini gösteriyor, özellikle içgüdülerle ilgili alanların, dikkat ve hafıza devrelerinin. Erkeklerdeyse görselliğin işlendiği alanlarda hareketlenme yaşanıyor. Görsel verilerin işlendiği bölgelerdeki hareketlilikteki bu artış aynı zamanda erkeklerin neden kadınlardan daha kolay "ilk görüşte aşık" olduklarının da açıklaması olabilir.
"Beyin Korteksinin Büyük Bir Bölümü Aşk Esnasında Etkisiz Hale Gelir"
Aşk, erken dönemlerinde kokain, eroin, morfin gibi uyuşturucuların etkileri gibi beynin ödül devrelerini tetikleyerek benzer etkiler gösterir. Uyuşturucu etkisi 6-8 ay kadar sürer. Bu süreçte sevgilinin çıkarları, kendini iyi hissetmesi ve ilişkinin sürdürülmesi kişinin kendisinden öncelikli hale gelir. Beynin hareketliliği ve dışavurum açısından benzer özellikler gösteren aşk ve nefret arasındaki en büyük fark ise, muhakeme merkezi olan beyin korteksinin büyük bir bölümünün aşk esnasında etkisiz hale gelmesidir. Nefret durumunda ise beyin korteksinin sadece küçük bir bölümü devre dışı kalıyor, çünkü kişinin nefret ettiği kişiden öç alma, ona zarar verme gibi hamleleri hesaplayabilmesi için o kortekse "şiddetle" ihtiyacı var.
Romantizmin Süresi 10 yıldan fazla süredir evli 5 bin çiftle yapılan bir araştırma evlilikteki romantizmin yedi yıldan daha az sürdüğünü gösteriyor. Yeni evliler arasındaki romantizm, 2 yıl, 6 ay, 25 gün sonra bitiyor. Bu süreden sonra erkekler düzenli, kadınlar da bakımlı olmayı bırakıyor. Evliliğin 3. yılında çiftlerin yüzde 83′ü yıldönümlerini kutlamak için çaba sarf etmemeye başlıyor. Araştırmaya katılan çiftlerin yüzde 83′ü, evliliklerinin ilk aylarında el ele tutuşurken, 937.5 gün sonra bu oran yüzde 38′e düşüyor. İlk yıllarda günde sekiz kez birbirlerine sarılan çiftler, ilk yıldan sonra bunu yapmamaya başlıyor. Araştırmaya göre, bu oranlar dışarıda sürpriz bir akşam yemeği ve televizyon kumandasının paylaşılması için de geçerli. Aşk stresi azaltan ve sağlıklı yaşam için gerekli, yaşanması gereken bir süreçtir.
Beynin Hangi Bölgesi Aşkı Başlatır? Beynin belli bölümleri aşkın başlatılması, ilerletilip, doyuma ulaştırılmasında farklı derecelerde rol almaktadır.
Ön Singulat Kortex:
• Seçenekleri tartar, kararları verir.
• Endişe merkezidir ve kadınlarda erkeklerden daha geniştir.
• Düzgün çalışırsa kişi dikkatini bir şeyden diğerine kolayca aktarabilir.
• Zor durumlarda kolay çıkış yolları bulur.
• Hataları bağışlar, geçmişin acılarına takılıp kalmaz.
• İyimser bir bakış açısı ile geleceğe umutla bakarlar. Esas olarak ilişkinin iniş ve çıkışlarıyla başetmeyi bilirler.
Prefrontal Kortex:
• Duyguları kontrol eder ve çıldırmalarını engeller.
• Kadınlarda daha geniştir ve erkeklere nazaran bir, iki yıl daha erken olgunlaşır.
• Düzgün çalışırsa hedefe yönelik davranışlarda bulunabilir.
• Kelimelerini ve davranışlarını etkili bir şekilde denetleyebilir.
• Harekete geçmeden düşünür ve hatalardan dersler çıkarır.
• Çelişkiye, gerilime ve telaşa düşmez.
• Beyin korteksi, kişinin duygusal ve cinsel anlamda yaşadıklarından öğrendiklerini daha sonra kullanılmak üzere depolama işlevini görmektedir.
• Beynin frontal korteksi kişiler arası ilişkiler, duygusal ve cinsel seçimlerde ve kişisel eğilimlerde görev alacak öğrenme işini üstlenmiştir.
Temporal Kortex:
• Duyma, okuma, sosyal işaretleri okuma, kısa süreli hafıza, anıları uzun süreli kaydetme, müziği işleme, seslerin tonu ve duygudurum dengesi ile ilişkilidir.
• Doğru çalışırsa kişi duygusal olarak dengelidir.
• Doğru anlar, uygun kelimeler kullanır.
• Hafızası canlıdır.
Bazal Gangliya
• Endişe merkezidir.
• Duygu, düşünce ve hareketleri bütünler, vücudun rölanti ayarını yapar, hareketleri yumuşatır, motivasyonu düzenler, zevke vasıta olur. 4
• Bazal ganglion olarak adlandırılan "accumbens çekirdeği" bir ilişkiyi ya da cinsel işlevi başlatmada ve zevk alma işlevinde uyarıcı görev üstlenmektedir.
Limbik Sistem: Olumlu ve olumsuz duygusal hafızayı depolar. Uyku ve iştah döngülerini kontrol eder. Kokuları doğrudan işler. Koku uyarıları kortekse ulaşmaz, bu da kokunun ne kadar önemli bir ayrıntı olduğunun bir başka göstergesidir. Doğru çalıştığı zaman kişi iyimser olur ve rahat ilişki kurar. Aldıkları bilgileri süzgeçten geçirip çevresindekilere olumlu olarak yansıtır. Neşeli, cinsel açıdan çekici ve tutkulu olabilir.
Aşktan sorumlu bazı hormonlar ve moleküller;
· FENİLETİLAMİN: Beyinde aşkla ilgili oluşan en önemli kimyasaldır. Doğal amfetamindir
· ÖSTROJEN: Güçlü, kontrolü elinde tutan, her şeyi tüketen, bazen sadece işle ilgilenen bazen baştan çıkarıcı; dopamin, serotonin, asetilkolin ve norepinefrinin arkadaşı (beyne kendini iyi hissettiren kimyasallar)
· PROGESTERON:Östrojenin arka planda kalan ama güçlü olan kardeşi; zaman zaman ortaya çıkar; bazen östrojenin etkilerini tersine çeviren bir fırtına bulutu gibidir, bazense arada eriyip gider.
· TESTESTERON: İddialı, odaklanmış, herşeyi tüketen, erkek, baştan çıkartıcı, saldırgan, hissiz.
· DHEA: Bütün hormonların koruyucusu, bağımsız, baştan çıkarıcı, hayatın özünü içinde barındıran, enerji verici, testesteron ve östrojenin annesi ve babası, takma adı "anne hormon", hormonların Zeus ve Hera'sı; gençlikte bol miktarda bulunur, yaşlandıkça azalır.
· ADRENALİN: Kalp hızını arttırır, tansiyonu yükseltir ve vücut tetiktedir. Zevk ve heyecanın oluşmasının zeminini hazırlar.
· DOPAMİN: Zevk, motivasyon ve konsantrasyonla ilgilidir. Beynin ödül merkezinde yer alır. Yeterli dopamin düzeyi kişinin kendine güvenini arttırır. Aşkın ilk dönemlerinde yüksek dopamin seviyesi ve düşük serotonin seviyesi gözlenir.
· SEROTONİN: İyi hissettiren moleküldür. Duygudurumun düzenlenmesi ve duygusal esneklikte rol oynar. Düşük serotonin düzeyi yeni aşıklarda görülürken ayrıca depresyon, anksiyete, obsesif-kompulsif bozuklukta da görülür. Bu düşük seviyeye paralel olarak tutkulu aşıklarda bazal gangliya ve ön singulat girus da artmış aktivite tespit edilmiştir. Aşırı serotonin artışına neden olan antidepresif ilaçlarda cinsel işlev bozukluğuna neden olurlar.
• Çekim: östrojen, testesteron, nitrik oksit ve feromonlar
• Karasevda: adrenalin, noradrenalin, dopamin, serotonin ve feniletilenamin
• Bağlılık: oksitosin ve vazopressin
• Ayrılık: serotonin ve endorfin (azalırlar)"
fMRG, Verilen Özel Bir Uyaranın Beynin Hangi Bölgelerinin Çalıştığını Ortaya Koyuyor
Özel Ege Sağlık Hastanesi Nöroloji Uzmanı Doç. Dr. Sultan Tarlacı şunları söyledi: "İlk çalışmalar gözlemler ve psikiyatrik ölçeklerle yapılmış. Ancak artık Bir konuyla ilgili (emek, tat, görme, koklama, dokunma, işitme veya daha karmaşık olan keman çalma gibi bir sistemin beyinde var olup olmadığını anlamak için en çok kullanılan fonksiyonel MR beyin görüntülemesi (fMRG) yapılmaktadır. fMRG, verilen özel bir uyaran veya işe bağlı olarak beynin hangi bölgelerinin çalıştığını ortaya koyabilen bir yöntemdir. Temel prensibi basittir: beyinde yapılan işle ilgili olarak belli bölgelerde kan akımı ve oksijen değişiklikleri oluşur. Normal kişilerle, yani ilgilenilen işi yapmayan kişilerin beyinleri karşılaştırılarak, farklı çalışan beyin bölgeleri fMRG ile gösterilebilir.
"İlk Görüşte Aşkta Beynin Subkortikal Ödül-Mükâfat Sistemi Çalışıyor"
Uzun yıllar, ömrünü insan görme sisteminin beyin kabuğu organizasyonunu anlamaya adamış Semir Zeki ve arkadaşları 2003 yılında, "birisine âşık olduğu kişinin fotoğrafı gösterildiğinde beyninde acaba ne oluyor?" diye sorup ilk çalışmayı yayınladılar ve bulgular ciddi bir etki yarattı. 18 sırılsıklam âşık çalışmaya aldılar ve âşıklarının yüz fotoğrafı bu kişilere gösterilerek beyinde ne oluyor fMRG ile anlaşılmaya çalışıldı. İlk gördükleri beynin subkortikal ödül-mükâfat sisteminin çok yoğun çalıştığıydı. Sonuçlar herkes için bir sürpriz olmuştu. Bazı beyin bölgeleri özellikle ödül sunan olaylara tepki verirler. Elde edeceğiniz bir ödül muhtemelen ödülle sonuçlanan davranışları tekrar etmeye neden olur. Besin, su, seks, sigara, kokain, olumlu sosyal etkileşimler gibi. Sonunda öznel bir tatmin vardır. Ödül hücreleri de artık uyarana doydukları zaman sessiz hale gelirler. Tekrarlı davranışlar azalarak sonlanır.
"Periferde Nor-Epinefrin Artışı Taşikardi, Çarpıntı Ve Sevgilinin Yanında Ellerde Titremeye Neden Olur"
Aşkın yeri bedende beyindir, kalp değildir! Aşkın yoğun fizyolojik bedensel yansımaları vardır. Bunlar arasında iştah azalması, yemekten içmeden kesilme, nabız artışı, çarpıntı, terleme, titreme, barsak hareketleri, mide asidi ve yutma sıklığı artması sayılabilir. Uzun asırlar boyunca, bu fizyolojik yansımalardan dolayı insanların kalpleriyle âşık olduğu düşünülmüştür. Aşkın uzun yıllar kalple ilgili olduğu kabul edilmiştir ve bugün bile aşkı belirtmek için kalp resimleri çizilir. Bunun nedeni aşkın erken dönemlerinde yükselen merkezi (beyinde) ve periferik nor-epinefrin (NE) düzeyidir. Periferde NE artışı taşikardi, çarpıntı, kan basıncı yükselmesi ve sevgilinin yanında ellerde titremeye neden olur. Kalp üzerinde bu abartılı uyarıcı etkisi ile aşk beyin de değil kalpte yansımasını bulur. Merkezi sinir sisteminde artışı ise locus seruleus üzerinden olur sevgiliye odaklanmada ve dikkat vermede artışa neden olur. Odaklanma ve dikkat verme ile aşka dair küçük detaylar hatırlanır hale gelir. Aynı zamanda uykusuz gecelere ve iştah azalmasına neden olur. NE yine seksüel motivasyona neden olur. Dışarından uygun dozda verilen amfetamin, dopamin ve NE üzerinden bu etkilerin tümünü aynı şekilde potansiyalize eder.
"Dopamin aynı zamanda yenilik arayışı ve yaratıcılıkla yakından ilişkilidir"
En dikkat çekici çalıştığı görülen bölge ventral tegmental alanda (VTA) A10 bölgesi yeridir. VTA, substansiya nigra ile birlikte beyindeki dopaminin yüzde 90 kaynağıdır. Bu bölge dopaminden zengin olduğundan tüm ödül-mükâfat uyaranlarında devreye girer. Aynı zamanda uyanıklık, dikkat, libido artışı, motivasyon ve ödüle isteme ve ulaşma çabasını sağlar. Dopaminin temel işlevi, ödül sisteminde "istemek"tir. Dopamin aynı zamanda yenilik arayışı ve yaratıcılıkla yakından ilişkilidir. Tekrarlayıcı düşünce ve davranışların kaynağıdır. Bunun klinik patolojik hali şizofrenide ve Parkinson hastalarında dopamin disregülasyon sendromunda aşırı dopaminerjik uyarım sırasında görülür. Aynı zamanda dopamin aşık olunanla bir olma (unity) duygusunu oluşturur. Şairlere âşık dönemlerinde şiir yazdıran, müzisyenlere müzik yaptıran dopamindir. Pallidium ve kaudat çekirdek ise ödül tespiti ve amaca yönelik hareketi sağlar. Anterior singulat beyin kabuğu, içsel ve dışsal uyaranları değerlendirir, bunlara uygun emosyonel yanıtlar oluşturur. Karar verme, risk analizi ve kendine farkındalığı sağlar. Hipotalamus, daha önceki çalışmalardan bilindiği üzere hem seksüel uyaranlarla hem de aşık olunan uyaranları ile çalışır. Otonom sistem ve bazı seksüel hormonların merkezi üreticisidir. Aynı zamanda açlık, susuzluk ve beden ısısını düzenler. İnsüler beyin kabuğu, aşk sırasında içimizin kıpır kıpır olmasını ve emosyonlarımızın bedene nabız yükselmesi ve terleme şeklinde yansımasını sağlar.
"Aşık Kişiler, Aşık Olduklarını Gördüklerinde Subkortikal Yapılarda Ödül, Yolaklarında Dopamin Okyanusuna Düşerler"
Özetle, âşık kişiler, aşık olduklarını gördüklerinde subkortikal yapılarda ödül-mükâfat yolaklarında dopamin okyanusuna düşmüş olurlar. Subkortikal yapılarda bunlar olurken beyin kabuğunda neler olur peki? Aynı fMRG çalışmalarının sonuçlarına göre âşık kişilerin beyin kabuklarında, subkortikal aktive olan bölgelerin aksine kortikal bazı alanlarda de-aktivasyon ortaya çıkar. Bu bölgeler prefrontal bölge, parieto-temporo-oksipital bölge ve temporo-parietal bölgede de-aktivasyon, azalmış aktivite görülmüştür. Parieto-temporo-oksipital bölge ise kişinin kendine uzay içinde yer edinmesini sağlar ve uzayda ben ile ötekini ayırır. Bu bölge de-aktive olduğunda "ben ve öteki" ayrımı biter ve kişi öteki maşukla "birlik" hissi yaşar. Böylece insan sarhoş olduğunu saklayamadığı gibi âşık olduğunu da saklayamaz duruma gelir. Hemen hemen hem bedensel hem de beyinsel tüm hormon ve sinir ileticilerinde bir çalkantılı durum ortaya çıkar. Dopamin pik yapar, endorfinler, sinir büyüme faktörleri beyinde artar. Testesteron erkekte azalır, kadında artar kanda. Aynı zamanda serotoninde kanda azalır. Başlangıçta tutkulu aşk döneminde bunlar olur. Zamanla aşk sevgiye dönünde, artanlar azalır ve oksitosin-vazopressin artarak sevgideki bağı oluşturur.
Aşk kadın ve erkek beyninde işleyişinin gözlemlenmesi için fMRG yapılan, tutkulu aşık 7 erkek ve 10 kadının incelendiği bir çalışmada farklı alanlar olduğu tespit edilmiştir. Erkeklerde penil tümesans ile ilişkili sağ dorsal insüla ve güzel yüz görme bölgesi ve görsel integrasyon alanının daha fazla aktive olduğu görülmüştür. Kadınlarda ise dikkat, bellek ve emosyon bölgeleri daha fazla aktivite göstermiştir. Buradan anlaşılan erkeklerin cinsel uyarılmayı da içerecek şekilde kadınlara ve yüzlerine aşık olduğu, kadınların ise aşkın duygusal içeriğine yani aşka aşık olduğudur! Evrendeki canlı ya da cansız her şey bir gün ölür! Aşk da bir gün ölür! Aşkın kimyası üzerinden ve beyindeki kimya değişikliğinin normale dönmesinden bahsedecek olur isek, aşkın ömrü 12-18 ay kadardır. Genelde aşkın beyinde yaptığı çalkalanmalar, aşk kimyası değişiklikleri en fazla 2. yılda normale döner. Yani aşk biter. Çok nadir durumlarda, binde bir kişide normale dönmez ve daha sürekli ve ısrar eden aşk duygusu yaşanır ki, bu da normal değildir. Doğaya aykırı, patolojik, hastalıklı bir durum gibidir.
Aşka mantıklı davranmak için hiçbir şey yapamazsınız. Aşk gelir, akıl gider! Dolayısı ile çabalamak boşunadır. Kendinizi bırakmaktan başka yol yoktur. Neden derseniz, beyindeki prefrontal yani alın lobu bölgesi insanlar için akılsallaştırma, niyet ve karar verme ve mantıksal çıkarımlar için en önemli bölgedir. Mantığın ve sosyal kurallara uymanın, ahlakın ve saygının kaynağıdır. Âşıklarda bu bölgede çalışmada azalma, işlevlerde zayıflama ve kayıpla sonuçlanır. Bu durumda Aşk-ı Memnu (Yasak Aşk) gibi filmlerin temel dayanağını oluşturur ve Behlül amcasının eşi Bihter'e âşık olup yasak aşk yaşayabilir. Çünkü mantığın ve toplumsal ahlakın kuralları için ilgili beyin bölgeleri yeterli çalışmamaya başlamıştır. Mantığın kuralları işlemez olur aşk olunca. Bir şekilde aşk gelir akıl gider. Âşık olanlar bu nedenle aptalca ve mantıksız riskler almaya eğilimli olurlar. İmkansız aşk olduğu konusunda kendilerini ikna etmeye çalışanlara aldırmazlar.
Aşk ile Sevgi
Aşk daha delicesine kararsız bir durumdur. Kontrol kaybedilir ve mantığa elveda denilir. Sevgi daha kalıcı ve mantığın, kuralların işlediği bir duygu halidir. Beyinsel olarak da her ikisi farklıdır.
"Aşık Kişide Ağrıyı Giderir, Beyni Gençleştirir, Evrene Bakışı Değiştirir"
Aşk yaratıcılığın temel tetikleyicisidir. Ressamlar, şairler, müzisyenler aşkla var olmuşlardır. Bunun yanında aşık kişide ağrıyı giderir, beyni gençleştirir, evrene bakışı değiştirir. Tutkulu ve sırılsıklam aşk döneminde dopamin okyanusunda yüzmek, âşık şairler ve müzisyenler için yaratıcılığın başlıca kaynağıdır. Beyni genç tutan en önemli nörotrofik faktör Nöron Büyüme Faktörüdür (NGF). Tutkulu sırılsıklam yeni âşıklarda serum NGF düzeyleri yalnız yaşayan ve aşkı olmayanlara göre iki kat kadar anlamlı yüksek tespit edilmiş. Uzun dönemde âşıkların NGF düzeyleri, ilk altı ayındaki tutkulu döneme göre yüzde 45 azalarak, normal kişilerin bile altına düşmüş. NGF nöronların yaşaması ve dendritik filizlenme için esastır. Myelinizasyonu arttırır, yara iyileşmesini hızlandırır ve anjiojenik özellikleri vardır. Bunların yanında opioid duyarlılığını, kortizon ve vazopressin salınımını arttırır. Düşüklüğü ise bazı patolojik durumlarla ilişkili bulunmuştur: nöral yozlaşma, demans, depresyon, otizm, ağrıya duyarlılıkta artma gibi.
Negatif Belleği Siler, Pozitif ve İyilik Hallerini Bellekte Güçlendirir Aşkta bağımlılık yapan nedenlerden birisi de "sevme" olayına neden olan enkefalinlerin artmasıdır. Morfinerjik ve enkefalinerjik yolaklar ödül-haz sisteminde bulunurlar. Özellikle mü3 reseptörlerinin uyarılması "iyilik hissi" yaratır. Negatif belleği siler, pozitif ve iyilik hallerini bellekte güçlendirir. İyi anıları bellekte güçlendirerek, sadece iyi şeyleri seçici hatırlamaya neden olarak, âşıkların karşısındakinin "her şeyini" gerçeği görmesini engeller. Her şey sadece "pembe renklerde" görülür hale gelir. Aynı zamanda morfinerjik sistemden bekleneceği üzere non-farmakolojik ağrıya duyarlılığı azaltabilir.
"Aşık Olunan Kişinin Elini Tutmak Veya Fotoğrafını Görmek Ağrı Skorunda Olumlu Bir Düşmeye Neden Oluyor"
Bir çalışmada aşklarının ilk dokuz ayında olan 15 kişinin eline şiddetli ve hafif derecede termal ağrı uygulanmış. Aşık oldukları kişinin yüz fotoları gösterildiğinde, şiddetli ağrı skorlamaları 7.2'den 6.2'ye düşerken, hafif ağrı skorlamaları 3.7'den 2.4'e düşmüştür. Bu görsel ağrı skalasında hem şiddetli hem de hafif ağrıda yaklaşık bir puanlık azalma demektir. Diğer bir çalışmada da uyarıyla oluşturulan termal ağrı sırasında, aşık olunanın kişinin elini tutma ve fotosunu görmenin ağrı üzerindeki etkisi incelenmiş. Aşık oldukları kişinin elini tutma durumunda ağrı skorlamaları yaklaşık 0.5 puan daha düşük ölçülürken, yabancı birinin eli tutulduğunda 1.5 puan kadar fazla ağrı hissedildiği tespit edilmiş. Yine aynı çalışmada deneklere aşık oldukları kişinin fotoğrafı gösterildiğinde de benzer bir etki elde edilerek ağrı skorlamaları bir puan kadar düşük tespit edilmiş. Yabancı bir yüzü görmek veya bir nesnenin fotoğrafını görmek ise ağrı skorunda çok ılımlı bir artışa neden olmuş. Yani aşık olunan kişinin elini tutmak veya fotoğrafını görmek ağrı skorunda olumlu bir düşmeye neden olmakta ve daha az ağrı hissetmektedirler. Sevgi ve sevilen desteğinin ağrıyı azalttığı düşünüldüğünde, ağrı durumlarında âşıkların bir arada olması veya hiç olmaz ise fotoğraflarının görülecek şekilde yakınlarda bulundurulması non-farmakolojik ağrı azaltıcı olarak işe yarayabilir. Diğer yandan, aşkta mutsuz olanların neden sürekli baş, boyun, bel ve diğer ağrıları yaşadıklarını anlamak bu çalışma sonuçlarına göre daha kolay olmaktadır.

"OXY Kadınlarda Bağlılık İçin Ön Plana Çıkarken, VZP Erkeklerde Bağlılıkla Daha Çok İlişkilidir"
Memelilerde bağlılığı sağlayan iki hormon vardır: oksitosin (OXY) ve vazopressin (VZP). Hipofizden salınıp, doğrudan bedende uzak etki eden tek hormonlar bunlardır. Her ikisi de benzer yapıdadır. OXY ve VZP'in bu periferik etkilerine karşın merkezi sinir sisteminde belli bölgelerde daha yoğun olmak üzere, beyin sapından omuriliğe kadar birçok bölgede etki etmelerini sağlayan reseptörleri vardır. OXY reseptörleri accumbens çekirdeği, amigdala ve hipokampusta yoğun olarak bulunur. Sosyal bellek oluşumunu, yüz emosyonunu tanıma ve karşıdaki kişiye güven duygusu sağlarken, gebe ve annede agresyon yapar. Erkek-kadın eş bağı ve anne çocuk bağlılığı için esastır. Emziren annelerin sütünden çocuğa geçerek anne-çocuk bağlılığını arttırır. OXY geni işlevsizleştirilince toplumsal olayları hatırlama ve tanıma ile ilgili sorunlar yaşanır. Sosyal bellek bozulur. OXY reseptörü annede bloke edilince yavruya bakım azalır. Arka hipofizden OXY salınımı kanda östrojen artışına paralel yükselir. Sarılma, emzirme, doğum sırasında, seksüel uyarılma ve orgazm sırasında da belirgin olarak yükselir. OXY'e sarılma hormonu da denebilir. OXY kadınlarda bağlılık için ön plana çıkarken, VZP erkeklerde bağlılıkla daha çok ilişkilidir.
Tek veya Çok Eşlilik
Doğaya bakıldığında tüm türlerin sadece %3-5'i monogamik yani tek eşlidir (albatroslar, kır fareleri gibi). Monogami ve poligami ile yapılan en ilginç hadise, bir durumun diğerine bir hormonla veya genle dönüşeceğini gösteren çalışmadır. İki fare türü farklı eş bağlılığı ve davranışı özellikleri gösterirler. Bozkır fareleri monogamik iken çayır fareleri poligamiktirler. Bir farenin monogamik olduğu nasıl anlaşılır? Bir fare labirentine, bir erkek ve 5-6 dişi fare konulur. Erkek fare bunlardan sadece birisi ile koklaşır, zamanının çoğunu ona ayırır, ilgisini ona gösterir ve onunla çiftleşir. Eşlerini kaybettiklerinde yavrularının bakımlarını üstlenirler ve yeni bir eş seçmez, çiftleşmezler. Monogamik bozkır farelerinin beyinleri incelendiğinde, accumbens çekirdeğinde OXY'nin etki edeceği reseptörler çok yoğun iken, ventral pallidumlarında ise VZP1a reseptörleri çok yoğun tespit edilmiştir. Bozkır farelerinde kromozon 2'de OXY hormonunu yapan gen bilindiğinden, bu gen etkisiz hale getirilirse (gene knockout) OXY hormonu artık o farede üretilemez. Doğuştan monogamik olan bozkır faresi erkeği artık polgamik ve "ahlaksız" hale gelir. Önüne gelen dişi ile çiftleşir, yavrularına ilgi göstermez. Yani tek gen ile eş bağı oluşturma engellenebilir. Diğer yandan monogamik bozkır farelerinin beyin boşluklarının içine VZP1A reseptörlerini bloke eden bir madde verilir ise genleri sağlam bir monogamik fare yine poligamik hale gelir.
Çayır fareleri ise üreme alışkanlıkları açısından poligamiktirler. Eş bağı oluşturmaz ve yalnız gezerler. Sosyal bellekleri zayıftır. Bu farelerin beyinleri incelendiğinde, monogamik farelerin aksine, accumbens çekirdeklerinde ve ventral pallidumda OXY ve VZP1A reseptörleri yoğunluğu doğuştan azdır. Bu poligamik farelere intraserebral ventiküler OXY verildiğinde monogamik hale gelirler. Poligamik davranışları kaybolur ve iyi, ahlaklı aile babası haline gelirler. Belki de gelecekte, poligamik erkekler önceden gen analizleri ile ortaya konabilir. Kimlik kartlarına "poligamiye eğilimli, bir gecelik aşk için, bağlanmaz" veya "monogamik, iyi aile babası olur" şeklinde yazılabilir ve kadınlar tarafından önceden seçimlere imkan verir.
Diğer yandan OXY ile ilgili çalışmalarda da benzer kanıtlar elde edilmiştir. OXY hormonu ilk sentezlenen peptid hormondur. 1953'de sentezleyen kişi Nobel ödülü almıştır. OXY burun spreyi ve intravenöz şekli ticarı olarak satılmaktadır. Daha çok ineklerin sütünü arttırmada yaygın olarak kullanılmaktadır. İnsanlarda hormonun "sosyal güven verici" özelliği neredeyse çok nettir. Sosyal korkuyu ve kaygıyı bu güven üzerinden azaltır ve otizm tedavisinde bu etkisi ile kullanılmıştır. Karşıdaki kişiyle olan ilişkilerde güven kazandırdığından risk almayı (hem aşkda hem para söz konusu olduğunda) kolaylaştırır. Aşk ve evlilikler bittiğinde büyük bir oalsılıkla "o serseriye nasıl güvendim, inandım" dememizin nedeni, OXY hormonunun, bağlılık ve güven azalmasına paralel olarak kanda düşmesi ile aklımızın başımıza gelmesidir. Yani OXY ouşturduğu sahte güvenin ortadan kalkmasıdır." Evlilik aşkı öldürür mü? Kadınlar, erkeklerden daha çabuk mu bağlanır? İlk sevgi ve aşk nesnesi olan, anneyle kurulan ilişki ve sevgi bağı önemli mi? Birçok patolojik olan aşk ilişkisinde sorunun bir kaynağı da çocukluk dönemi mi? Aşkın ömrü var mıdır? Hormonlar sadece bir ham madde midir?
İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi Psikiyatri Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Konsültasyon Liyezon Psikiyatrisi Bilim Dalı Başkanı ve Onkoloji Enstitüsü Psikososyal Onkoloji Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Sedat Özkan şu bilgileri verdi: "Aşk bir duygudur, bir insan yaşantısıdır. Erich Fromm 'The Art of Loving' araştırması vardır. Freudien kuramlara kadar tüm kuramların ilgi alanı olmuştur. İnsan beyni bütün bedenin komutanıdır. Aşk duygu olarak da, düşünce olarak da, kimyasal olarak da önce beyinde başlar, tıpkı cinsellik gibi. Aşık olunca kalpte pır pırlar yaşanır tabi, ancak o pır pırları yaşatan sonuçta beyindeki kimyasal değişikliktir.

"Aşk Bir Duygudur, Bir İnsan Yaşantısıdır" Önce biz aşkı sadece karşı cins aşkı olarak tanımlamamak durumundayız. Aşkın birçok alt bileşkesi vardır. Tanrı aşkı da vardır, insan aşkı, karşı cins aşkı, yaşam ideallerine olan aşk da vardır. Kişinin kendisi için anlamlı ve önemli, yaşamsal değeri olan bir davasının da aşkı olabilir. Büyük değerli siyaset, bilim adamlarında da vardır bu aşk. Onlarda davalarına aşkla tutkuyla bağlıdırlar. Aşka böyle geniş bir perspektiften bakmak gerekiyor. Aşk sadece bir kadınla bir erkek ilişkisine indirilemeyecek kadar geniş bir kapasitededir. Bu bağlamda tabi anne aşkı, bir çocuğun anneyle yaşadığı bütünleşmiş ilişki ve ondan sonra ayrılma süreci, en önemli insan deneyimlerinden bir tanesidir. Anneyle sağlıklı bir sevgi ve bütünleşme ilişkisi kurabilen insanlar ve anneyle zamanı gelince doğru ve sağlıklı bir süreçte ayrışabilen insanlar; bağlanma ve sevme ilişkisinde daha sağlıklı ilişkiler kurarlar. Bu anlamda, bütün insanlar için ilk sevgi ve aşk nesnesi olan, anneyle kurulan ilişki ve sevgi bağının önemlidir. Zaten birçok patolojik, sağlıklı olmayan aşk ilişkilerinde sorunun bir kaynağının da çocukluk döneminde olabildiğini dikkate almamız gerekiyor. Kateksis dediğimiz kuram yani kişinin varlığını, enerjisini, duygularını, düşüncelerini, bir nesneye bir kişiye bir amaca ya da bir uğraşa ataması aslında geniş anlamıyla aşk. O zaman bir kişi olabilir, bir uğraş olabilir, bir yaşam amacı olabilir. Hatta bazen soyut bir kavram olabilir.
"Aşk Bencil Değildir"
Aşkla ilgili bir insanın aşık olma kapasite ve potansiyelini ve ya aşkın bütünleşmiş kavram ve uygulamasını en iyi ortaya koyan kişi olan Mevlana, aşk bu anlamda bir ölçüde sevilen nesneyle bir bütün olma ve bütünleşme çabasıdır. Aşkın, insanoğlunun evrendeki yalnızlığını, terk edilmişliğini veya yok oluşunu hissettiği zaman, en sağlıklı doyum ve çözüm mekanizması olduğu kanaatindeyim. Tabi aşkın özünde ne vardır? Aşk önce bencil değildir, önce kendini değil önce sevdiğini düşünebilmektir ve bir anlamda sevdiğini mutlu ederek mutlu olabilmektir.
Neden "O" Kişi?
Karşı cinse aşık olmak açısından bir titreşim, bir algı, bir görsel, işitsel yani beş duyu organlarıyla algılayan bir kişinin; beyninde, bilinçaltında, bir şekilde çağrışım yapması, bir uyaran yaratmasıdır. Beyinde bir kimyasal ve fizyolojik canlanma yaratıyor aşk algısı. Kimi tercih ettiğini belirleyen unsurlar biraz daha karmaşık. Neden "o" ? kişi uyandırıyor da öbürü uyandırmıyor? Bu daha çok, o kişinin eski deneyimlerine, algılarına, yaşadıklarına, sevgi nesneleriyle ilgili daha önce yaşadığı bütünleşme, çatışmayla, sıkıntıyla, tüm bu süreçlerle doğrudan doğruya ilgilidir.
"Prefrontal Beynin En Üst Korteksi İnsana Özgüdür"
Doğada belki diğer canlılarda kısmen aşk yaşarlar. Memeliler, içerisinde fizyolojik değişikliklerin yanında duygu, düşünce bileşkelerine sahip olanlar insanlardır. Mesela aslanlar, üreme döneminde günde 48 kez çiftleşebiliyorlar ama onlar seks yapmış oluyor, aşk yaşamış olmuyorlar. Aşk bu anlamda insanoğlunun bilinçaltında yapılan bir tercihidir. Bazı insanlar aşk ile cinselliği birbirleriyle özdeşleştirirler. Bu yanlıştır. İnsanoğlunda cinsellik , aşık olduğu karşı cinse ilişkin yaşadıklarının ifade tarzlarından yalnızca bir tanesidir. Onun için aşkta cinsellik vardır. Ancak o sadece bunun yaşanmasının, ifadesinin sadece bir tanesidir. Onun için belki diğer memelilerden farklı olarak insanın farkı; cinselliği aşkla yaşayabilecek özelliklere ve alt yapıya sahip olmasıdır. Burada insanın prefrontal kortexi devreye girer. Prefrontal beynin en üst korteksi insana özgüdür. Eğer beyinde, aşkın bir lokalizasyonu olsaydı önce bu ön korteksten başlaması gerekirdi. Orada algılanan bir dış uyaran beynin diğer depo belleği ile limbik sistemle hipokampusla hipotalamusa uyaranlar gönderirler, yukardan aşağı doğru hoş uyaranlar gider ve o hoş uyaranlarda o insanı bedenen ve ruhen barışık, yaratıcı ve üretken kılar. Bir aşk kişinin bedenine olduğu kadar, duygularını, düşüncelerine hayata bakışını kendisini ve evreni algılayabilmesini etkileyebiliyorsa aşktır. İnsan ne kadar çok gelişmişse, deneyimleri, donanımlarıyla, ruhuyla, yüreğiyle, beyniyle, kültürüyle, sanatıyla, estetiğiyle ne kadar gelişmişse, o kadar aşk yaşar ve yaşatır. Bunun için sanattan edebiyata, politikadan bilime kadar büyük işler başarmış olan yaratıcı insanlar bu duyguyu daha iyi yaşarlar. Aşk en dürtüsel aynı zamanda en biyolojik, en estetik, en üst düzey, en yaratıcı insan eylemidir.
"Aşk Hem Hipotalamik Sistem Hem de Otonom Sinir Sitemi Canlandırır"
Aşkın mekanizması, prefrontal korteksten başlar, kortekse iner. Beyin, hipotalamus ve limbik sisteme, duygulardan önce algı, yani 5 duyu ile sonra algılayabildiğimiz her şeyi beyindeki sorumlu merkezlere iletir. Merkezler uyarılıyor ondan sonra alt kortekse ve tüm bedene uyaranlar gider. Hormonlar, otonom sinir sistemi çalışır, iç organları besleyen sinir sistemi uyarılır, adrenal aks salgılanır, sempatik ve parasempatik sinir sistemi harekete geçer, ikisi de farklı biçimlerde uyarılır. Böylece, organizma tatlı uyarılma ve alarm durumuna geçer hem hipotalamik sistem hem de otonom sinir sitemi bir şekilde canlanır.
"Kadın ve Erkeklerde Hormonal Açıdan Değişiklikler Var"
Kadın ve erkek beyninde çok farklı işlediği kanaatinde değilim ancak kadının hormonları ve erkeğin hormonları arasında fark var. Beyinsel mekanizmalarda ciddi bir farklılık olmadığı ancak hormonal açıdan değişiklikler olduğu düşüncesindeyim.

"Aşkın Değil Ancak İlişkinin Ömrü Olabilir" Aşkın ömrü yoktur. İnsanın ömrü vardır. Yani insan aşkıyla birlikte bireysel ve onunla birlikte meçhul yaratıcı eserler koyarak aşkını kalıcı kılabilir. Aşkın değil ancak ilişkinin ömrü olabilir. Aşk ne kadar besleniyorsa, ne kadar bireysel ve ortak olarak besleniyorsa o kadar uzar. Meyvenin de ömrü vardır önemli olan onu beslemektir. Aşk köleleştirici bir insan eylemi değildir. Canlandırıcı yeniden hayat verici bir duygudur. İşte o yeniden hayat verme devam ettikçe, kişi kendini geliştirdikçe, geliştirdiğini ilişkisine kattıkça aşkın ömrü uzar. Kısırlaşan beyin ve yürekler ya da yeterince kendini geliştirmeyen bireyler de aşk daha kısa sürelidir. Zaten ondan sonra fizyolojik ihtiyaçlar devam ederken ilişki yara aldığından çiftler ayrılır. Bu anlamda aşkı beslemek önemlidir.
"Sağlıklı Aşk, İnsanın Mantığını da Güçlendirir"
Aşk mantığa aykırı değildir. Aşk mantığı aşar ama mantığa aykırı değildir. Dürtüler farklıdır. Aşk dürtüyü de mantığı da içerir ama onlarla sınırlı değildir. Aşkın sağlam ve mantıklıklı bir adama, mantıksız şeyler yaptıracağını düşünmüyorum. Sağlıklı aşk, insanın mantığını da güçlendirir. Yüreğini de güçlendirir. Bazı hastalıklı ilişki tarzları için bunun söz konusu olduğunu düşünmüyorum.
Aşk ile Sevgi Arasındaki Fark Nedir?
Aşk sevgiyi içerir ama onu çok aşar sevgi daha genel bir kavramdır. Bir hoşlanma kavramıdır, çocuğunu, dostunu, arkadaşlarını seversin, o bir duygudur, paylaşımdır ama aşkta bunların dışında sevgi, hoşlanmanın dışında tutku vardır. Bağlılık, adanmışlık ve romantizm vardır. Aşk sevginin yanında romantizm, tutku ve bağlılık içerir.
"Aşk Yaşayan İnsan Daha Huzurludur"
Aşk yaşayan insan daha huzurludur. Beyninde endorfin artar daha barışçıldır. Onun dürtüleri daha insanileşir. Sevebilen ve aşk yaşayan insanlar başka insanlara zarar verici davranışlarda daha az bulunurlar. Samimi, yumuşak ve kabullenici olurlar. İd, aşkla yıkıcı kısmından arınır. İnsanın tabiatında olan, alt benliğindeki engel tanımayan, yıkıcı olabilen zarar verici olabilen nefs; aşkla terbiye olur ve insanı pozitif hale getirir. Böylece daha mutlu sempatik ve anlayışlı olurlar.
Sadece Üreme İç Güdüsüyle mi Aşık Oluruz?
Aşkın, insanoğlunu diğer memelilerden ayıran bir önemli farkı da budur. Diğer memelilerin çoğu üremek içgüdüsü ve dürtüsüyle, karsı cinse yönelirler yani onlar hormonlarıyla yönelir ama insan beyniyle yönelir. Beyniyle aşık olur. Bir kadınla bir erkek arasında ortak paylaşımların olduğu cinsellik dışı paylaşım, duygu, algı, ortak yaşam ve ortak ürünler ne kadar fazlaysa, çeşitliyse, yoğunsa aşkta cinsellikte o kadar süreğen olacaktır. Hayattaki paylaşım ne kadar fazlaysa yataktaki paylaşımda o kadar keyifli olacaktır.
"Aşk İnsanı Özgürleştirir"
Aşk insanı özgürleştirir. Aşk ve bilimde tereddüt yoktur, yani bilim koşulları değiştirir, bilim dünyayı değiştirir, dünyayı değiştirmek için koşulları da değiştirir. Aşk ise kimseye zarar vermeden kendi koşullarını yaratır. Aşk biraz da tercihtir. İnsanoğlunun evrimsel sürecine baktığımızda diğer canlılar sadece seksle ilişki kurabildikleri için onlar tercih yapmazlar. Onlar dürtüleri kime rastlarsa bir anlamda ona yönelirler. İnsanoğlu ise; biyolojik ve psikolojik dürtülerini ve potansiyelini tercih ettiği karşı cinse aktarır ve onunla birlikte hayatı kucaklar. Bu anlamda insan aşkı, diğer memelilerde yoktur. İnsan aşkı, bir varoluş ve mutluluk arayışının uzantısıdır ve tercihe dayanır.
"Tek Eşlilik ve Çok Eşlilik Yöneliminin, İnsanlarda Hormonlar Tarafından Tayin Edilmediğini Düşünüyorum"
Oksitosin, genelde dişilerde davranışı ve cinselliği etkileyen önemli bir biyolojik marker'dır. Erkeklerde testosteron vardır. Oksitosin biraz daha bağlanmayı, dinginliği, edilgenliği sağlayan bir hormondur. Genelde; tek eşli- çok eşli konular tartışılırken değişik yorumlar olmakla birlikte, kadının daha tek eşliliğe ve bağımlılığa yatkın olduğu söylenir. Buna da kısmen oksitosinin yol açtığı söylenir. Ben, tek eşlilik ve çok eşlilik yöneliminin, insanlarda hormonlar tarafından tayin edilmediğini düşünüyorum. İnsanın özgür iradesiyle ve tercihiyle belirlediği kanaatindeyim. Testosteron erkeğin cinsel davranışını etkiler ama yinede bu bir tercihtir. Egosu, libidosu güçlü bir erkek, her gün farklı bir kadınla mı seks yapmak ister yoksa sevdiği kadınla her gün mü seks yapmak ister, bunun bir tercih olduğu kanaatindeyim. Hormonlara atfetmemek lazım. İnsan duygusu, insan yönelimi, insan davranışı hormonlardan etkilenir ama hormonlar sadece bir ham maddedir. O ham maddeyi nasıl kullanacağı kişinin tercihidir. Kişinin, kişilik özellikleri, üst beyin özellikleri, öğrenmeleri, deneyimleri, dünyaya bakışı, üst beyin özellikleri tercih ve davranışı belirler. Tercihi belirleyen birçok başka beyinsel, durumsal, psikolojik faktörler olduğu kanaatindeyim. Yemek yerken de aşık olurken de irade ve özgür bir tercih yapıyoruz. Tercihlerimizi biz yapıyoruz ama tercihlerimiz de bizi etkiliyor."

"İki İnsan Arasındaki Tutkulu Bağlılık"
Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Fizyoloji Anabilim Dalı öğretim üyesi Doç. Dr. Sinan Canan şunları söyledi: "Aşk, tanımı tam olarak yapılamasa da, herkesin kendine göre öznel bir biçimde yaşadığı, hem bedensel hem ruhsal etkileri oldukça derin olan bir duygulanım biçimi. Tanım ve kişisel farklılıklar bir yana, aşk denen duygulanım biçimi genellikle, "sevilen" kişi yahut kavrama üst düzeyde bir tutkuyla bağlı olma anlamı içeriyor. Birçok hatırlananlar arasında aşk kelimesini en çok kullandığımız konu, 'iki insan arasındaki tutkulu bağlılık'tır. Günümüzde özellikle basın-yayın ve gözde edebiyat yoluyla bizlere aktarılan, kaba hatlarıyla "bedensel tutku"yu temel alan aşk tanımları, baskın olarak kendini kabul ettirmiş gözüküyor. Özellikle fiziksel cazibenin etkisiyle birbirine tutkun hale gelen insanların kimi zaman acıklı, kimi zaman da mutlulukla nihayete eren hikayeleri sıklıkla karşımıza çıkmakta. Fakat bu örnekler çoğu zaman, gerçek aşkın bir örneği olmaktan uzak, ilişkileri sığ bir bakış açısıyla değerlendiren ve değerlendirmeyi öğreten örnekler olarak kalıyor maalesef. Gençlerimiz ise çoğu kez, elde etme isteği ve cinsel güdüleri "aşk" olarak nitelemek kolaycılığından kurtulamıyorlar.
"İnsanın Diğer Hayvanlarla Paylaştığı Bir Takım Özellikler de Var"
Davranışlarımızı yöneten üst kontrol merkezi olarak insan beyni, akıl almaz bir karmaşıklığa sahip olmasına rağmen, birçok işlevini nasıl gerçekleştirdiğini, temel düzeyde de olsa bu gün bilebiliyoruz. Örneğin insana has davranışlarımız olan geleceği planlayabilme, utanma, diğerkâmlık (empati), dikkat, zihinsel yoğunlaşma; hatta ahlak, dinsel değerler ve özgür irade gibi insani özelliklerin, beynimizin hangi bölgeleri tarafından yönetildiğini kısmen de olsa biliyoruz. Bunun yanı sıra, insanın diğer hayvanlarla paylaştığı bir takım özellikler de var. Bu "ortak" zihinsel özellikler arasında öfke, korku, açlık/tokluk, cinsel dürtüler, bellek ve yön bulma gibi özellikler ilk sıralarda sayılabilir.
"Limbik Sistem: Beynin Derinliklerinde, Diğer Hayvanlarla Ortak Özelliklerimizi Yönetir"
Temel olarak beynimizin kıvrımlı üst kısımları "beyin kabuğu" olarak adlandırılır ve insana has özelliklerimizin birçoğu buradaki farklı bölgeler tarafından kontrol edilir. Beynin derinliklerinde yer alan daha basit yapılı bölgeler ise, diğer hayvanlarla ortak özelliklerimizi yönetir. Bu bölgelerden en önemlisi "limbik sistem" adı verilen bir yapıdır. Bu bölge, yukarıda bahsettiğim bütün "alt düzey" duygulanım ve güdülerimizin yönetim yeridir. Konumuz olan cinsel çekim ve tutku da, bu bölgedeki yapıların kontrolü altındadır.
Beyin Kabuğu Kontrolü Önemli
Bu bölgeler farklı işlevleri kontrol etmenin yanı sıra, birlikte büyük bir uyum içinde çalışarak insan davranışlarının dengeli bir şekilde ortaya konmasını sağlarlar. Örneğin, her insan cinsel dürtü hissetmesine rağmen beyin kabuğundaki 'yüksek' merkezler, 'yaşam tecrübelerini' kullanarak bu isteği sınırlar ve insani bir yaşamı mümkün kılar. Beyin kabuğu kontrolü açısından sağlıklı olmadıkları bilinen insanların "ahlaksız" olarak nitelenebilecek davranışlar ortaya koydukları ve suça yatkın oldukları bilinen bir gerçektir. Dolayısıyla, insan, hayvansal güdüleri ve insani özellikleri ile bir bütündür ve yaşamının her alanında bu farklı duygulanımların dengede tutulması gerekir. Sağlıklı ve doğru yetiştirilmiş bir 'beyin' söz konusu olduğunda, böyle dengeli bir yaşam da son derece kolaydır.
Evlilik Aşkı Öldürür mü?
İki insan arasındaki çekim sadece fiziksel nedenlere dayandığında, bedenin kontrolünü büyük oranda 'alt beyin bölgeleri' ele geçirir. Bu sistemlerin amacı, eksikliği hissedilen ve tutkuyla istenen hedefe ulaşmaktır. Burada mantıklı bir hesaplamadan ziyade, bedenin ihtiyaçları ön plandadır. Hedefe ulaşıldığında ise bu merkezler görevlerini tamamlayarak, zihin üzerindeki yönetici etkilerini yitirmeye başlar. Bu aşamadan sonra, eğer fiziksel çekim ve cinsel dürtüler dışında herhangi bir bağlayıcı unsur yoksa, ilişkilerde de kopma yaşanması kaçınılmazdır. İşte bu nokta, 'evliliğin aşkı öldürdüğü nokta' olarak alınabilir. Zira burada aşk olarak tanımlanan şey sona ermiş, geride de bir şey kalmamıştır. Evliliğin, yahut 'zamanın' öldüremeyeceği aşklar nasıl var oluyor peki? Bu mantıkla cevap oldukça basit: Kişiler arasında alt beyin bölgelerini ilgilendiren hayvani çekim unsurları dışında, üst beyni ilgilendiren yüksek düzeyli bağlantıların da bulunması gerekir. Kişiler arasındaki amaç birliği, entelektüel alışveriş, saygı, sevgi ve hoşgörü gibi olumlu özelliklerle beslenen ilişkiler, çok daha uzun süreli ve çok daha doyurucu bir birliktelik yaşanmasını; hatta ömür boyu sürecek beraberliklerin çok az bir çabayla elde edilebilmesini mümkün kılar. İlk görüşte aşk olarak nitelenen "limbik" yahut "hayvani" cazibe, "insani" yahut "üst beyin aşkı"na veya derinlikli bir sevgiye dönüşmedikçe, birlikteliklerin aşkı öldürmesi kaçınılmaz olacaktır. Yani, seçimlerimiz ve kararlarımız ne kadar "insan"a yaraşır ise, mutluluğumuz da o kadar 'insânî' olacaktır."
"Aşkın İlk Döneminde Amfetamin Etkisi, Bağımlılığa Götürebilir"
"Aşk ve Beyin" kitabının yazarı Nöroloji Uzmanı Dr. Bülent Madi şunları söylüyor: "Aşk konusu ile ilgili birçok bilim dalı çok fazla araştırma yapmıştır. Psikoloji, insan aşık olduğunda ruh halinin nasıl değiştiğini görüşmeler veya testler ile değerlendirir. Nöroloji, aşık olan insanların beyninin hangi alanlarında farklılıklar olduğunu inceler. Sosyoloji, aşkın kültürel ve toplumsal özelliklerini inceler. Nöroloji, psikiyatri, nöropsikoloji alanlarında yapılan çalışmalarda genel olarak aşkı yaşayan kişilerin davranışları, duyguları ile beyinlerinin çalışma sistemleri nöroradyolojik yöntemlerle incelenir. Aşkın dönemleri vardır ve bu dönemlerde farklı kimyasal maddeler artış gösterir ve davranışlarımızı şekillendirir. Aşkın ilk döneminde amfetamin etkisi görülür. Bu etki bağımlılığa götürebilir. Aşkın ikinci döneminde endorfin salgılanır, güven oluşur. Üçüncü aşamada oksitosin salgılanır ve bağlılık duygusu gelişir, cinsel duyguları etkiler. Dopamin ise keyif alma ve neşe ile ilgili bir maddedir, farkındalığı arttırır.
"Kadınlar Bağlanma Aşamasına Hızla Geçerken, Erkeklerde Bu Daha Sonraları Gerçekleşir"
Kadın ve erkeklerin aşkı algılamaları bildiğimiz gibi çok farklı. Aşık olunacak kişinin seçiminde erkekler soylarını devam ettirebilecek, fiziksel açıdan uygun kadınlar ararken, kadınlar güvenebilecekleri, kendilerini koruyabilecek erkekleri tercih ederler. Aşkın aşamaları açısından baktığımızda ise kadınlar bağlanma aşamasına hızla geçerken, erkeklerde bu daha sonraları gerçekleşir.
"Aşk Sosyal İlişkilerde Azalmaya Neden Olur"
Aşk daha çok içinde arzu, tutku barındırır. Sevgide ise paylaşım, benimseme, alışkanlık, güven duyguları birlikte yaşanır. Aşk risklidir ancak sevgi güvenlidir. Aşkın genel olarak sosyal ilişkilerde azalmaya neden olduğunu biliyoruz. Eğer aşk karşılıklı ise zaman genellikle aşık olunan kişi ile birlikte geçirilir. Karşılıksız aşkta ise insan kendi içine döner ve sosyal ilişkileri zayıflar." Aşkın insan psikolojisindeki temelleri neler? Aşk bir bağlılık mı yoksa bağımlılık mı? Ayrılığı yıkım olarak görenler nasıl davranıyor? Hormonlar nasıl etkiler? Aşk hayatında anne-bebek ilişkisi derin yaralar açar mı? Bilim dünyası aşık olduğumuz sırada beynimizde neler oluyor, kimlere aşık oluyoruz, kıskanma ve sadakatsizlik nasıl ortaya çıkıyor sorularına cevap bulmaya çalışıyor. Başta evrimsel psikoloji ve evrimsel antropoloji olmak üzere birçok alanda bu konularda çalışmalar yapılıyor. Aşıkken beynimizde olanlarla ilgili bulgulara sonra geleceğim, diğer alanlardaki çalışmalar konusunda merak edilenleri ele alıyoruz. Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi Psikiyatri Bölümü Eğitim ve İdari Sorumlusu Prof. Dr. Erol Göka, şu bilgileri verdi: "Kimlere aşık oluruz? Bize mekansal olarak yakın olanlara, bize benzeyenlere, ancak bu benzerlik fizikselden ziyade, beğeni ve hobi düzeyinde bir benzerlik. Yoksa fiziksel benzerliği olanların muhtemelen genetik havuzları da benzer olacağından evrim bunu istemiyor, bizi her zaman çeşitliliğe yönlendiriyor. Fiziksel olarak çekici bulduklarımıza, fiziksel çekicilik ölçütleri kültürlere göre değişiklik gösterse de, genel olarak erkekler kadınlarda iri gözler, küçük çene, küçük burun, büyük gözbebekleri, büyük bir gülümsemeyi; kadınlar erkeklerde iri göz, geniş çene, kemikli bir yüz yapısı ve büyük bir gülümsemeyi çekici buluyorlar. Ayrıca yüz başta olmak üzere simetrik bedensel özellikler, büyük olasılıkla simetri sağlıklılık işareti olarak yorumlandığından sağlıklı nesil meydana getirme dürtüsünün etkisiyle, hem erkekte hem kadında çekiciliği arttırıyor. Fiziksel olarak farklı olana yani esmerin sarışını sarışının esmeri, çekici bulmasında olduğu gibi karşı cinsin fiziksel olarak bizde olmayan özelliklere sahip olanlarını çekici bulmamız daha yüksek olasılık, bu da genetik çeşitliliğin sağlıklı nesil ihtimalini artırmasıyla ilgili.
Kadınlar ve Erkekler İlişkilerde Ne Arıyor?
Kadınlar, evlenecekleri erkeklerde kaynaklarını kendilerine ve çocuklarına yatırabilecek, fiziksel olarak güçlü, iyi birer baba olabilecek, maddi olarak aileyi refah içinde yaşatabilecek özellikler arıyorlar. Erkeklerin kadınlarda aradıklarıysa güzellik, gençlik gibi daha çok sağlığa ve üretkenliğe yönelik işaretler oluyor. Ama bunlar daha çok uzun süreli ilişkiler için geçerli, kısa süreli ilişkilerde ve sadakatsizlik de durum biraz daha farklı. Sadakatsizliğe daha çok erkeklerde rastlanıyor, çünkü erkekler soylarının devamını istiyor. Kadınları ise sadakatsizliğe daha iyi niteliklere sahip bir eş bulma ümidi veya bu ilişkilerde alacakları mücevherler, hediyeler itiyor.
Kadınlar Kıskançlık Duygularını Kolay Kabul Ederken, Erkekler Daha Çok İnkar Ediyor
Kadınlar kıskançlık duygularını genel olarak daha kolay kabul ederlerken, erkekler daha çok inkar etme eğiliminde oluyor. Kadınların en çok eşlerinin başka bir kadına aşık olmasını, erkeklerinse en çok, eşlerinin başka biriyle cinsellik yaşamasını kıskandıkları; böyle durumlarda kadınların daha çok kendilerini, erkeklerinse üçüncü kişiyi ve eşlerini suçladıkları bulunmuş.
Aşkta Kıskançlık Nedenleri
Kıskançlığın nedeni, evrimsel olarak sadakatsizliğe ve çok eşliliğe yatkın oluşumuza karşı geliştirdiğimiz bir mekanizma oluşu. Kadın ve erkelerin kıskançlıkları da farklı çünkü anne çocuğun kendisine ait olduğundan yüzde yüz eminken bu durum erkek için her zaman şüphelidir. İşte bu yüzden erkekler eşlerinin cinsel sadakatine daha fazla önem verirler, kadın içinse önemli olan kendisine ve çocuğuna güçlü bir baba bulabilmek ve aile kaynaklarının bölünmemesi olduğundan cinsel değil duygusal sadakat daha ön plana çıkar.
Aşk Tanımlanamaz mı?
Bugünkü bilimsel bakışla aşkı anlayabileceğimizi sanmıyorum. Tüm bu söylenenler elbette emek ürünü, çok çaba sarf edilmiştir, bu kadar sözü söyleyebilmek için. Ama yöntem yanlış olunca, ulaşılan sonuçlar da yanlış, en azından eksik olacaktır. Bazı araştırmalardan elde edilen bilgiler, insan ilişkilerinde bedenimizde, beynimizde olup bitenleri anlamak açısından işe yarayabilir ama bu bilgileri "aşk" budur diye yorumlama imkanımız yoktur. Böyle araştırmalarla aşkın gerçekliğini ortaya serme iddiası, konuşmada işe yarayan tüm organları, ağzı, dili, burnu, boğazı, enine boyuna inceleyerek sonunda ortaya çıkan sonuçların, insanın dil yeteneği keşfedildi diye sunulması kadar abestir.
"Aşk"la İlgili Keşif Yaptığımızı İleri Süremeyiz
Elbette aşk yaşantımız sırasında bedenimizde, beynimizde farklı şeyler oluyor, farklı kimyasal işleyişler gündeme geliyor, buna kim itiraz edebilir. Öfkelendiğimizde, hiddetlendiğimizde bedenimizdeki, beynimizdeki değişiklikleri hepimiz yaşar biliriz. Buna rağmen öfkeli, hiddetli iken yaşadıklarımızın ölçülüp biçilmesi bizi neyin bu kadar öfkelendirdiği hakkında hiçbir bilgi vermez. Aynı şekilde birbirilerine kur yapan, cinsel ilişki öncesi hayvanların veya aşık olduklarını iddia eden insanların bedenlerindeki, beyinlerindeki değişikliklerin izini sürerek saptadıklarımızdan yola çıkıp "aşk"la ilgili keşif yaptığımızı ileri süremeyiz. Yok yok süreriz aslında, herkesin her şeyi pervasızca ileri sürebildiği bir dünyada niye süremeyelim ki! Ama bu yaptığımız bilim olmaz. Fast foodlarda yenilenlerle mükellef geleneksel sofra yemekleri arasında nasıl fark varsa, birbirine kafiyeli sözleri uydurup uydurup söylemekle hakiki şiir arasında nasıl fark varsa, banal serüven anlatıcısının yazdıklarıyla kaliteli roman arasında nasıl fark varsa, bu safsatalarla gerçek düşünce ürünleri ve bilimsel eserler arasında da o kadar fark vardır.

Aşk Kapıyı Ne Zaman Çalar?
Bugün bilim dünyasında aşk araştırmaları insanın temel varoluşsal özelliklerini ihmal edilerek yapılıyor. İnsan varoluşunu doğru dürüst tanımayınca uygun bir yöntemle konuya yaklaşamıyoruz. Bize göre aşk, yani tutkularımızı birine yapıştırmamız, onun bizim için "vazgeçilmez öteki" haline getirmemiz, kendi varoluşumuzun ağırlığı altında ezilmeden varolabilmemiz, başkalarına olan mecburiyetimizin tek bir kişi üzerinden, üstelik belli ölçülerde iyilik vadeden bir duygu durumla sürdürülebilmemiz içindir. "Vazgeçilmez öteki", hayatı iyi bir beste dinler gibi yaşamak için bize sunulan bir olanaktır. Bu nedenle aşk yaşantısı, her insanın başına her zaman gelebilecek, gelmesi için can attığımız bir durumdur. Ama gelip gelmeyeceği, gelecekse ne zaman geleceği belli değildir, üstelik tüm bunlar hiç elimizde değildir. Neden aşık olduğumuzun ya da ol(a)madığımızın bu nedenle, gündelik hayatımızda hep bunu karşımızdakinden beklesek de, pek öyle açıklaması yapılamaz.
Anne-Bebek İlişkisi, Daha Sonraki Tüm İlişkileri İçin Bir Temeldir
Yine bize göre aşkın kökeni, bütün zamanların aşkı olan anne-bebek ilişkisinde aranmalıdır. İnsanın ilk ilişkisi, daha sonraki tüm ilişkileri için bir temeldir. Bebeğin annesiyle ilişkisi, topyekun ve kendine özgüdür. Anne ve bebek, kelimenin tam anlamıyla bir birim oluştururlar, başka hiç kimseye, hiçbir şeye alan tanımayan bir tekli varoluştur onların birimi. Anne, bebeğin yaşaması, var kalabilmesi için mutlak zorunluluktur; bebek de anne bedeninin meyvesidir açık bir haz kaynağıdır. İkisi için de bu ilişkinin böylece kalması, dışarıdakilerin aralarına karıştırılmaması için yoğun ve anlaşılabilir bir talep vardır. Ancak her iki tarafın yoğun talebine rağmen bu birimin, bu orijinal biçimi tamamen kapsayıcı ve özgün ilişkinin yok olması kaçınılmazdır. Araya üçüncü kişi, baba, eninde sonunda girer. Babanın araya girişinin en açık göstergesi, bebeğin dili, "Babanın adı"nı öğrendiği an ortaya çıkar. İşte bu vakitten sonra hep daha çok istenecek olmasına rağmen tatmini imkansız kalacak, ölene kadar bize eksikliğini hissettirecek olan arzunun, daha doğrusu eksik arzunun kökeni anneyle olan bu dil-öncesi, henüz bebek konuşmaya başlamadan sembiyoz (ortak yaşam)un bir biçimde bozulmasıdır. Bundan böyle hep bu dil-öncesi sembiyozu, annemizle içli dışlı ilişki zamanlarımızı arar dururuz. Sürekli orijinal anneyle yaşadığımız günlerin, yitik zamanların peşindeyizdir, arzumuzu tatmin etmek için sarıldığımız her şeyi, tüm sevgililerimizi bu orijinal partnerimizle kıyaslarız. Ama onu öylesine kesin biçimde kaybetmişizdir ki, orijinal sevgi nesnemiz olan annemizle her an sarmaş dolaş olsak bile, bir daha asla geri gelmeyecektir. Dilin, simgesel olanın, kelimelerin dünyamıza girmesiyle birlikte, şeylerin gerçekliği ilelebet yitirilmiştir. İlerlemek, yürümek, insan olabilmek için doğayı tümüyle arkanda bırakmak zorundasındır. Annemizle birlik, bütünlük zamanından bize, geriye yalnızca arzu kalır. Bu nedenledir arzunun sürekli değişip durması, hiçbir zaman tatmin olmaması. Gerçekten istediğin ebediyen kaybolmuş olan birliktelik hissi, bir zamanlar var olmuş olan bütünlüğün hazzıdır... Evrensel yaratıklar içinde en tutkulu olan ve en çok arayanın insanoğlu olduğu şüphe götürmez. Bu tutkunun kaynağı, anneyle bebeklik zamanlarımızı tekrar keşfetmeye çalışan yorulmak bilmez arzudan başka bir şey değildir. Arzumuz, ruh halimize yeteneğimize göre herhangi bir biçim alabilir; şiir yazar, müzik dinler, katedraller inşa eder ve öteki gezegenlere uçarız.

Aşk Zamanla Değişir mi?
Aşk çalışmalarında son zamanlarda revaçta olan konulardan birisi de aşk yaşantısının beyin görüntüleme teknikleri sayesinde bilimsel resmini çekebilme. Aşkın bilimsel resmini çekme iddiasıyla birçok çalışma yapılıyor. Bunun için önceleri Beyin Elektrosu (EEG) kullanılırdı, şimdilerde fonksiyonel bir Manyetik Rezonans Görüntüleme (fonksiyonel MRI; Magnetic Rezonans İmaging) cihazı kullanılıyor. Bu cihazlarla aşk incelemeleri çoğu kez deneklere aşık olduğunu söylediği kişinin resminin gösterilmesi esnasında ortaya çıkan beyin değişikliklerini saptama esasına göre yapılıyor. Farklı etnik gruplarda, farklı yaşlardan ve cinsiyetlerden deneklerde hep dopamin salınımından sorumlu olan kaudat çekirdek etrafında aktivite artışı saptanıyor. Araştırmacılar, yeni veya henüz kısa bir süreden beri aşık olanların beyin aktiviteleri ile 2-3 yıldır aşık olduğunu söyleyen beyin aktiviteleri arasında da farklılık olduğunu söylüyorlar ve bunu aşkın zamanla değiştiğini, şiddetli yaşanan duyguların yerini zamanla karşılıklı anlayış ve sağlıklı iletişime bıraktığını düşünüyorlar.
Aşık, Sevdiğinin Yüzüne Bakarken, Beynin Zevk ve Ödül Merkezleri Etkinleşir
Aşık, sevdiğinin yüzüne bakarken, beynin zevk ve ödül merkezleri tegmentum ve kaudat çekirdek çok etkinleşir. Bu bölgeler, dopamin nörotransmiterinin alıcılarının yoğunlaştığı merkezlerdir...
"Dopamin" yüksek enerji, yoğun dikkat ve ödül alma motivasyonuyla ilişkilidir. Bu da aşık olduğumuzda neden kendimizi zinde, risk almaya hazır ve cesur hissettiğimizi açıklar... Aşk bizi zinde kılsa da, araştırmacılar, aşkta, tıpkı endişe ve depresyon hastalıklarında olduğu gibi, beynimizdeki bir başka nörotransmitter olan ve mutluluk hormonu diye bilinen serotonin'in düşüklüğünden bahsediyorlar. Demek ki, birinden aşkımıza karşılık alamadığımız veya sevdiğimizden çelişkili davranışlar gördüğümüzde niçin dünya başımıza yıkılmış gibi hissettiğimiz ortadadır:
"Serotonin" düşüklüğü... Stres ve kaygı sırasında norepinefrin hormonu artıyor, norepinefrin hormonu da aşkı ve tutkuyu artırıyor. Çok sevdiğimiz, üzerine titrediğimiz sevgili, eğer ki kendisini çekiyor, bize acı çektiriyorsa, ona olan sevgimizin daha da büyüyüp takıntı haline gelmesinden işte bu "norepinefrin"sorumlu... Dopamin ve norepinefrin, hoşlandığımız kişiyi gördüğümüzde niçin yüzümüzün kızarıp, kalbimizin hızlı çarptığını da açıklar. Dopamin yoğun çekim duyduğumuz kişiyi gördüğümüzde iyi hissetmemize neden olur, heyecanlanmamız ise, norepinefrin'in "adrenalin" salgısını uyarmasına bağlı. Bu kimyasallar sayesinde yüzümüzün kızarması da aşk açısından fena bir durum değil. Zira heyecandan yüzü kızarmış kadın görüntüsü, erkekler tarafından daha çekici bulunmalarını sağlıyor...
Aşkta "oksitosin"in de çok önemli olduğu söyleniyor. Eşlerin birbirlerine karşı bağlılık duyguları geliştirebilmeleri ise, sakinlik, düşük kaygı düzeyi ve rahatlıkla ilişkilendirilen "endorfin"e bağlı... Oksitosin, daha çok kadınların cinsel ve annelik dahil toplumsal davranışlarında söz sahibiyken, erkek cinselliği vazopresin hormonunun denetiminde. Kadınlara kur yapma, güç gösterisi, erkekler arası rekabet ve saldırganlık hep "vazopresin" hormonu düzeyimizle alakalı... Beyinde, amfetamin'e çok benzeyen bir madde olan, "feniletilamin"in tetiklenmesi, paraşütle atlamak gibi heyecan verici olayların, çikolata yemenin yanı sıra, göz göze gelmek ve el ele tutuşmak gibi basit aşk davranışlarıyla bile olabiliyor. Bu yüzden aşıklar birbirlerine armağan vermek istediklerinde ilk çikolata akıllarına geliyor. Aşk yaşantısı sırasında kalp atışlarının hızlanması, ellerin terlemesi, zor soluk alıp verme, iştah kaybı, uykusuzluk gibi tepkiler de beyinde yüksek dozda"feniletilamin"salgılanmasına bağlı olduğundan bu maddeye artık "aşk molekülü" adı veriliyor... Bilimsel araştırmalar, kimlere aşık olduğumuz, olacağımız konusunda feromonların işin işine karışmış olabileceğini belirtse de bu konuda net bilgiler yok. Feromonların ve/veya kokunun eş seçimindeki etkisini araştıran çok bilinen araştırmaların birinde, İsveçli araştırmacı, 44 erkeğe birer tişört vererek bunları iki gece boyunca giymelerini ve bu sürede kokulu sabun ve kozmetik kullanmamalarını istemiş. Önceki deneylerde farelerin, bedenin yabancı hücreleri saptayıp yok etmesine yarayan kimyasalların üretiminde rol oynayan "MHC genleri" anne ve babada ne kadar farklıysa bağışıklık sistemin o kadar güçlü olacağından, kendilerinkinden farklı bağışıklık sistemi genlerine sahip farelerle çiftleşmeyi tercih ettikleri bulunmuş. Araştırmacı farelerdeki sonuçların insanlar için de geçerli olup olmadığını araştırmak istiyormuş. Bu amaçla, 44 erkeğin iki gece giydiği tişörtleri 7'şerli olarak 49 kadına koklatmış. Her bir kadının kokladığı 7 kutunun üçünde bağışıklık sistemi genleri kendilerinkine çok benzeyen, üçünde kendilerinkinden oldukça farklı erkeklerin giydiği tişörtler, birinde de kontrol koşulu yaratmak için daha önce hiç giyilmemiş bir tişört varmış. Tahmin edilebileceği gibi, kadınlar bağışıklık sistemleri kendilerinkinden farklı olan erkeklerin tişörtlerini tercih etmiş ve onların erkek arkadaşlarının kokusu gibi koktuğunu söylemişler; kendilerinin bağışıklık sistemlerine benzeyen erkeklerin kokularını ise babalarının ve erkek kardeşlerinin kokusuna benzetmişler...

Aşk Bittiğinde Neler Oluyor? Aşkın siz deyin iki, biz diyelim üç yıl bir ömrü var, hatta bazıları bunu üç saate kadar indirebiliyor. Herkesin bir ömrü olduğu gibi aşklar da ömürlü. Bu aşamalar geçince ve aşk bitince ne olur. Süren bir ilişki içinde aşk aslında iki türlü biter. Ya iki aşığın da aynı anda üzerlerinden ince bir örtü kalkmış gibi hissedecekleri biçimde olur, ama genellikle bunu ikisi de bilseler bile dile getirmezler, hala aşk ordaymış gibi yaparlar ya da aşıklardan birisi aşk yaşantısının kendisi için sonlandığını hisseder, bazen açıkça bazen yavaşça belli etmeye başlar bunu. Aşk bittiğinde nasıl tepki verileceği, neyin başlayacağı, bitişin nasıl olduğuyla ilgilidir elbette ama çok değil. Aşkın bitiş süreci ve bittikten sonra ne olacağı daha ziyade aşıkların kişisel olgunluk düzeyi ve aşklarını sağlıklı yaşayıp yaşamadıklarıyla bağlantılıdır.
Aşkına İçlerinde Tuttukları Çok Değerli Bir İnci gibi Özen Gösterenler
Kimileri özellikle sevgi becerileri yüksek ve aşk yaşantıları sağlıklı olanlar, aşkı Yaratıcıdan gelmiş bir lütuf, ebedi olanla kaynaşmak, insanlıkta tuttuğu yeri, kişisel olgunlukta kat ettiği mesafeyi artırmak için bir fırsat olarak görüyorlar. Onlar, aşk yaşantısı sayesinde giderek bilgeleşiyor, kimseyi incitmiyorlar. Hem aşklarına içlerinde tuttukları çok değerli bir inci gibi özen gösteriyor hem de toplumsal yaşamın gereklerini titizlikle yerine getiriyorlar. Onlar için aşk, öyle gürültülü patırtılı bitmiyor. Öyle uçağın inişi gibi de değil, uçmakla yere inmek arasındaki benzerlik çok iyi anlatmıyor onların aşkının bitişini. Belki kayakla uzun atlama yarışçısının, rampadan birdenbire inip çok hızlı, gösterişli ve heyecanlı bir uzun atlayış yaptıktan sonra yine yavaş ve sakince karların üzerine inip kaymayı sürdürmesi anlatabilir onların ruh hallerini. Aşk sayesinde bilgeleşmiş, aşkın baş dönmesi geçince de şimdi kendisini hayata, sorumluluklarına daha isteyerek daha zevkle bırakabilir olmuştur. Zaten bu kişisel olgunluktaki insan, büyük ihtimalle aşkını çok sağlıklı bir sevgi ilişkisine dönüştürmüştür. Eğer birlikte bir ilişkiye çevirebilmişlerse yaşantılarını, sayesinde aşka kavuştuğu insana gökten gelmiş muhteşem bir armağan gibi davranmaya başlamıştır. Yok, birlikte bir ilişkileri olmamış, kavuşamamışlarsa, iç-dünyasının en nadide köşesinde, gökten gelen bu inciye yer ayırır. Zaman zaman gülümseyerek şükran duyarak hatırlar onu. Onun için iyi dileklerde bulunur.
Aşk, Karşısındaki İnsanın Kıymetini Öğretir mi?
Sağlıklı bir aşk yaşamış insanlar, bitişten sonra, sayesinde aşkı yaşadığı insana da aşk bittiğinde ortaya çıkan bir hayal kırıklığının etkisiyle ıstırap çektirmeyi zül sayarlar. Aşkın ilk kimde bittiği çok önemli değildir bu nokta da. Aşk, onlara karşısındaki insanın kıymetini öğretmiştir. Onlar, kendisi için bir şey istemenin değil, karşısındaki için bir şey yapmanın, onu anlamaya çalışmanın üstadı olmuşlardır aşk sayesinde. Atlayış tamamlanmıştır, hala kaymaktadırlar ama yavaş ve zemindeki karı, karın altındaki toprağı hissederek. Ne yapılması gerektiğini birlikte arayıp bulurlar. Çoğu zaman da aramalarına gerek bile olmadan bulmuşlardır.
Sevgi Emek Ürünüdür
Aşkın sevgiye dönüşümünü küçümsememek, hala aşık kalınmayacaksa bir ilişkinin anlamı yok dememek, hatta sağlıklı bir bitişin ardından ortaya çıkacak sevgiyi hedeflemek gerekir. Uzun zamanlarını birlikte geçirmelerine rağmen hayatın derdini, mihnetini birlikte tanımaktan ve birbirlerine can yoldaşlığı etmekten, birbirlerinin iç denizlerinde yelken açıp anlamaya çalışmaktan, anlaşabilmekten dolayı öyle iyi sevebilen insanlar vardır ki, onların yaşadıkları sevgi aşktan da üstündür. Sevgi emek ürünüdür, sevdiğimizi anlamak, ilişkimizi canlı tutmak, romantizmi sürdürmek için bilinçli bir çabayı gerektirir.
Aşkın Sağlıklı Yaşananı da Var Hastalıklı Olanı da
Aşkın sağlıklı yaşananı da var hastalıklı olanı da. Sağlıklı bir aşk yaşayan insanların aşkın bitişini nasıl yaşayacaklarını anlatmaya çalıştık. Ama aşk güvercini çok adil, yalnızca onların başına konmuyor, asgari sevme becerisi olan, her kişilikten insana uğrayabiliyor. Sevgi becerileri düşük, aşk yaşantıları boyunca zaten hastalıklı tutumlar almış olanların hemen tamamı içinse aşkın bitişi, yeni bir felaketin başlangıcıdır. Hele de henüz onlar aşk yaşantısı içindeyken karşısındaki insandan bitiş sinyalleri gelmeye başlamışsa...
Sevgi Becerisi Düşük İnsan, Kendisiyle Derdi Olan İnsandır
Sevgi becerisi düşük insan, kendisiyle derdi olan insandır. Kendisini çok değersiz ya da çok değerli hissedebilir, orta yolu bilmez. Artık eskisi gibi istenmediğini, terk edileceğini hissettiğinde, bunun kokusunu aldığında huzursuzlanmaya başlar. Kendisi için çok ağır bir felaket, büyük bir yenilgi olacak bu durumu engellemek için elinden geleni yapar. Bir gün tehdit eder, diğer gün acılarını anlatır, sonraki gün yalvarır. Başka bir işle uğraşmaz, tüm enerjisini karşısındaki insanı iknaya verir, bunun için akla hayale gelmedik şeyler yapabilir. Annesinden ayrılmış bir bebeğin feryatlarına benzer hıçkırıkları ve yalvarış nidaları. Ayrılık endişesi o kadar artar ki, ayrılık anını düşündüğünde nefes alamaz, boğulacak gibi olur, acillere koşar, panikler, "panik atak" tanısı alır. Amaç, karşısındaki insanda suçluluk duygusu uyandırabilmek, bu sayede gitmesini engellemektir.
Güven ve Kıskançlık, Coşku, Umut ve Hüzün Dalgaları Aşk Denizini Doldurur
Aşık olduğumuz kişi, bizim dünyamızda çok özel bir anlama yükselir. Tüm ilgimizi ona yöneltiriz. Onunla duygusal birlik arzusu yaşamımızın biricik amacı haline gelir. Ondan gelecek haberler, dünyanın diğer tüm haberlerinden öncelik kazanır. Zorluklar arttıkça tutkumuz da artar. Duygularımız bir yangın yeri gibidir. Cinselliğin onunla çok özel olacağını düşünürüz, romantizm de cinsel arzuyu tetikler ama duygusal birlik cinsel birlikten çok üstündür. Güven ve kıskançlık, coşku, umut ve hüzün dalgaları aşk denizini doldurur. İrademiz iptal olmuştur, kendimiz, nefsimiz kontrolümüzden çıkmıştır. Özel bir insanlık hali olan aşkın, bir insana duyulan sıradan bir sevgi, hissedilen sıcaklık ve güven, yakın olma arzusu ile bir ilişkisi yoktur. Ama kabul edilmelidir ki aşk da bir sevgi türüdür, temelinde sevginin çok yoğun biçimde yaşanması olan bir sevgi türü. Yine kabul edilmelidir ki, aşk, sevgi becerisi üzerine bina olur.
Cinsellik Öyle Önemsendi ki, Aşkla Karıştırılmaya Başlandı
Aşk, başlığı altında her türlü sevgi ve cinselliğin konuşulduğu; aşk ilişkileri dendiğinde tüm kadın-erkek ve eş ilişkilerinin anlaşıldığı çok görülüyor. Bugün modern uygarlığın dünyasında "aşk", en çok, tutkulu cinsel istek, bağlılık ve romantizmle karıştırılıyor. Oysa aşk bunların hepsiyle ilişkili ama yalnızca herhangi birisine indirgenemeyecek kadar da her birinden farklı. Biraz da psikoloji dünyasından gelen cinselliğin insanı özgürleştireceği, cinsel doyum olmadan insanın mutlu olmayacağı gibi telkinlerin de etkisiyle cinsellik, önce sevginin önüne geçti ve giderek modern aşk yaşantısının merkezinde yer almaya başladı. Hatta cinsellik öyle önemsendi ki, aşkla karıştırılmaya başlandı; "tensel uyum" vs. gibi başlıklar altında, ortak cinsel deneyimin aşkın gerçek tetikleyicisi olduğu öne sürüldü. Cinsel performans ve cinsel teknikler, duygusal iletişimden çok daha fazla vurgulandı. Oysa cinselliğin sevgiden, aşktan bağımsız, özerk bir alan olduğu bilinen bir gerçektir. Aynı şekilde sağlıklı her duygusal ilişkide cinsel işlevlerin de yolunda gitmesi beklenir ama sevginin de cinsellik olmadan gelişebileceği kabul edilir ki özellikle geleneksel aşkların, insanların birbirlerinin eline bile dokunmadan geliştikleri açıktır.
Aşk En Çok Kokuya Benzer
Bugün yüzyılın başındaki psikolojiden gelen telkinlerin pek de doğru olmadıklarını, insanın ruhsal yaşantısında çok önemli bir yer tutmuş olsa da cinselliğin insanı özgürleştirmediğini, tam tersine tüm diğer haz alanları gibi cinselliğin de kolaylıkla bir tüketim nesnesi haline gelebildiğini biliyoruz. Her tüketim nesnesi gibi, insanın tüketmek için zorlandığı veya kendisini zorladığı cinselliğin bırakın özgürleşmeyi yeni gerilimler, doyumsuzluklar ve hoşnutsuzluklara kaynak teşkil edeceğini de biliyoruz. Doyurucu bir cinsel yaşantı, elbette önemlidir ama tüm sorunların hele hele ilişki sorunlarının çözümünde pek de işe yarar değildir. İnsanı susuz bıraktığınızda bir süre sonra su onun için temel nesne haline gelir ama susuzluğunu giderir gidermez hayatın yakıcı gerçekliği kendisini hissettirecektir. Kaldı ki, cinselliğin su gibi temel bir ihtiyaç olup olmadığı da tartışmalıdır. Aynı yatağı paylaştığı kişiden nefret etse de cinsel doyumun mümkün olabileceği bilinmektedir. Bu yüzden cinselliğin sevgiye değil de sevginin cinselliğe temel oluşturduğu, sevgi olmadan cinsel sorunların çözülemeyeceği, sevgisiz cinselliğin kuru yavan olacağı, sevginin cinsel yaşamı güzelleştirip zenginleştireceği daha doğrudur. Sevgi ve onun en yoğun şekli olarak aşk, yalnızca cinsel yaşama değil, kendisi olmadan sürüp giden tüm yaşama katkı yapan, güzellik ve coşku katan bir katalizördür. Bu açıdan duyular arasında en çok kokuya benzer, her yere kokumuzu birlikte götürürüz, sevgi doluysak bulunduğumuz dünyayı da öyle yaşarız.
Aşk Bağlılık mı Bağımlılık mı?
Nasıl cinsellik sevginin ve aşkın yerini tutamaz, onun temeli gibi sunulamazsa, aynı şeyler, bağlılık için de geçerlidir. Bağlılık (attachment), çoğunlukla bağımlılıkla (dependent) karıştırılır ama bağımlılıktan köken aldığını psikoloji bilgimiz doğrulamaktadır. Anne-bebek ilişkisi, anne karnında ve yaşamın ilk yıllarında tam bir bağımlılık ilişkisidir. Sağlıklı bir ebeveyn-çocuk ilişkisinin temeli, çocuğun büyüyüp geliştikçe özgürleşmesi ve en nihayet bağımlılığın bağlılığa dönüşmesidir. Bağlılık, aşkın değil tüm insan ilişkilerinin genel ilkesidir. Özellikle kendimizi yakın hissettiğimiz, arkadaşlığımızı, dostluğumuzu sürdürmek istediğimiz insanlardan belli ölçülerde bağlılık da bekleriz. Ama her insan, bağımlılıktan bağlılığa gelişme sürecini tam olarak sağlıklı bir biçimde ilerletemiyor. Bazılarında bağımlılıktan kaynaklanan öz-güvensizlik ve karşısındakine dayanma, yapışma ihtiyacı hep sürüyor. Bu tip insanlar, ilk buldukları sevgi nesnesine öyle bir bağlanıyorlar ki, onlar da, onları görenler de bu kimseleri sırılsıklam aşık sanıyorlar. Bunları gören bazı psikoloji teorisyenleri de aşkın psikolojisinin kişinin kendi kendisine yetememekten kaynaklandığını ciddi ciddi yazabiliyorlar. Oysa elbette bağlılık hissi olmadan aşk olmaz ama bağlılığın ve sıkıca bağlanmanın aşkla doğrudan bir ilişkisi yok. Terk edilme korkusu, güven ihtiyacı, yeterince sevilmeme kaygısı her birimizde olabilecek insani hislerdir ama aşk tanımımıza bu tür insani hislerimizi biraz uzak tutmamız, nesnel olabilmek için ihtiyaçlarımızı paranteze alabilmemiz gerekir. Aşk, cinsellik, bağımlılık ihtiyaçlarının üzerine biraz romantizm sosu dökülmesiyle oluşturulmuş bir insanlık hali değil. "Aşk" dediğimizde gerçekten ortada oldukça karışık bir insanlık hali söz konusu.

Aşkın Fizyolojisinde Oksitosin Hormonu Büyük Bir Rol Oynar
Cinselliği de anneliği de hormonal sistemler düzenliyor. Her ne kadar anne-çocuk arasındaki ilişkinin yapısı cinsel öğeler içermese de, romantik ilişkideki bağla, anne-çocuk ilişkisindeki bağ benzer nitelikte olabilir ve aşkın fizyolojisinde oksitosin hormonu büyük bir rol oynar... Oksitosin hormonunun işlevi, anne-çocuk ilişkisinin ikili ilişkilerde tekrarlandığını keşfeden Freud'un haklılığını kanıtlayabilir. Oksitosin erkeklerde de salgılanıyor ve onları da ebeveynliğe hazırlıyor. Oksitosin", ebeveynliğin yanı sıra erkekle kadını sakin ve birbirlerinin hislerine karşı duyarlı duruma getirmekten de sorumlu..." Karar verme aşamasında kadın ve erkeklerin farklı olmasının nedenlerinden biride beyindeki hacim değişiklikleri mi? Aşk ve sevgi ilişkileri limbik sistemle ilişkili bir süreç mi? "Aşk ile sevgi arasındaki fark, aşkta abartılı bir tutku vardır. Tutkunun içinde de cinsellik. Karşı tarafı özlemek, sürekli onunla meşgul olmak, kendi hayatınızı onunkiyle birleştirmek istenir. Sevginin içindeyse şefkat ve hoşgörü vardır" diyen Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalı Öğretim üyesi Prof. Dr. Hatice Güz beyin ve aşk konusunda şunları söyledi: "Aşkta mantıklı davranabilmek için neden o kişiyi seçtiğimiz, diğer hayatımıza giren kişilere göre ne farklılıkları olduğunu anlamamız, ne istediğini bilmemiz gerekir. Neden O? Niye bu zaman? Ne istiyorum? gibi soruların yanıtlarını kendimizde bulmamız gerekir. Eğer kafamıza takılan soru işaretleri varsa biraz olayları uzaktan biri gibi gözlemekte fayda olacaktır. Çünkü duyguların çok yoğun olduğu durumlarda mantık devreden çıkmakta ve zayıflamaktadır. Onun için uzaktan bakmak faydalı olabilir. Aşk ve Sevgi İlişkileri Limbik Sistemle İlişkili Karmaşık Bir Süreç Son zamanlarda bilimsel araştırma yollarının artmasıyla birlikte aşkla ilgili çalışmalarda da artma olmuştur. Görüntüleme yöntemleri, nörobiyolojik çalışmalarda aşkın neden oluştuğuna dair çalışmalar yapıldığı gibi psikolojik açıdan da hangi durumlar altında daha çabuk aşık olunacağı, aşkı oluşturan etmenlerin neler olabileceği gibi araştırmalar yapılmıştır. Aşk ve sevgi ilişkilerinin limbik sistemle ilişkili karmaşık bir süreç olduğu, oksitosin, dopamin, serotonin, vazopressin, endorfin ve endojen opiatların değişime uğradığı gösterilmiştir. Dinamik açıdan ise günümüzde en çok üzerinde durulan konulardan biri aşk ile bağlanma fenomeni arasındaki ilişkidir. Aşk Beyinde mi Kalpte midir? Tüm organlara yön veren organımızın beyindir. Aşık olduğumuz kişiyi gördüğümüzde kalbimizin hızlı hızlı atması, beynimizin verdiği komut ve sonrası adrenerjik sistem gibi devrelerin araya girmesi ile olur. Zaten kişiyi bu anlamı yükleyende beyindir. Bu nedenle bazı yazarlar aslında aşkın bir psikoz hali olduğunu, kişideki gerçeği değerlendirme duygusunun yok olmaya başladığını, kişiyi idealleştirip görmek istediğimiz gibi gördüğümüzü, algılamada bozukluk olduğunu söylerler. bazı araştırmacılarda aşkın aynı bir Obsesif Kompulsif bozuklukta olduğu gibi bir takıntı olduğunu, kişinin bazen saçma olduğunu bilmesine karşın bu takıntıdan kurtulamadığını ve bu nedenle kaygıya kapıldığını, hatta aşık olan kişilerde obsesif kişilerdeki gibi serotonin sisteminin bozulduğunu ispatlamışlardır.

Aşk Kadın ve Erkek Beyninde Nasıl İşler?
Kadın ve erkek beyninde farklıklar vardır. Kadınlarda Corpus Callosum ve Anterior Comissur erkeklere göre daha büyük iken, erkeklerde de Striata Terminalis ve Hipotalamustaki bazı çekirdeklerin büyük olduğu saptanmıştır. Özellikle Medial Preoptik alan ile Amigdala arasındaki ilişki erkeklerin cinselliği ve saldırgan davranışları ile ilişkili bulunmuştur. Beyin Korteksi kalınlığı da cinsiyete göre farklılık göstermektedir. Karar verme aşamasında kadın ve erkeklerin farklı olmasının nedenlerinden biride beyindeki hacim değişiklikleridir. "Normal Kişilerle Karşılaştırıldığında Aşık Olanlardaki Serotonin Düzeyi Yüzde 40 Oranında Düşük" Noradrenalin duyuların algılanması, algılanan sinyallerin düzenlenmesi ve işlenmesi, dopamin arama davranışı, güdülenme ve afektif uyarılma, asetilkolin dikkat ve bellek, serotonin davranışsal inhibisyonda rol almaktadır. Aşkta da bu nörotransmitterlerde değişiklikler olmaktadır. Ayrıca endorfinin zevk algısında, kortikotropin salgılatıcı faktörün streste, oksitosinin cinsel davranışlarda etkili nöropeptidler olması nedeniyle aşkta bu hormonların değiştiğide araştırılmıştır.Normal kişilerle karşılaştırıldığında aşık olanlardaki serotonin düzeyinin yüzde 40 oranında düşük olduğu görülmüş. Aşıklarda mutluluk hormonu olarak serotoninin azalmasının yanı sıra dopamin denilen bir diğer beyin maddesi de değişikliğe uğruyor. Dopamin heyecan, istek, motivasyon gibi olayların dengesinde önemli bir madde. Bilim adamları şu anda 'Acaba insanların aşık olduğunda aklını yitirmesinin nedeni bu mu?' diye soruyor. Kişinin yetiştiği ortam, çocukluktan itibaren aldığı ve öğrendiği davranış kalıpları, bunlarla beraber kendi kişilik özelliklerinin getirdiği bazı davranış biçimleri ve beyin kimyasalları hepsi yoğrularak aşk denilen olgu varlığını hissettiriyor "Farklılıklar Az ise Doyumun Ardından Sevgi Oluşur" Aşkın ömrü genelde 3 yıl olarak bilinir. Bu süre bazen daha da kısa sürebilir. Çünkü aşk zamanla yerini sevgiye bırakır. Kişiler birbirini yakından tanıdıkça aslında yüceleştirdikleri kişinin gerçek yönlerini de kabul etmek veya etmemek durumunda kalır. Aslında aşık olduğu kişi ile yaşadığı kişinin çok farklı olduğunu görünce aşk biter. Farklılıklar az ise doyumun ardından sevgi oluşur. Zaten tüm aşk romanlarında kavuşmadan sonraya ait bilgi yoktur. Leyla ile Mecnun kavuşsa ne olurdu veya 20 yıllık evli olup hala eşini gördüğünde kalbi çarpan, başı dönen, midesi bulanan birine rastladınız mı? "Aşık Olan Kişi Kendini Beğendirmek Amacıyla Motive Ederse Ancak Avantaja Dönüşebilir" Aşkın avantajının olması için mantığında devrede olması gerekir. Mantık işlemediği sürece önünüzdeki hiçbir avantajı değerlendiremezsiniz. Aşık olan kişi kendini beğendirmek amacıyla motive ederse ancak avantaja dönüşebilir. Örneğin kendine bakımının artması, kişiliğinin gelişmesi için çalışması, hedeflerini yükseltmesi gibi. Ancak kendini bırakması durumunda dezavantajı olduğu da aşikardır."