BİR REKLAM

.

Çağdışı olarak yaftalanma korkusu

 

 

Yazan: Adnan Arıkanlı 

KORKU, BULAŞICI BİR DUYGUDUR.

Toplumları sarsan "Pandemi korkusu"...

Korkunun bulaşıcı olduğunu öteden beri biliyorduk lakin Covid-19 salgını dolayısıyla dünya çapında yaşanan tuvalet kâğıdı stoklama davranışı ile "çok bulaşıcı" olduğunu ve adeta yeni bir "pandemiye" yol açtığını gördük. Bu arada pandeminin ortaya serdiği travmalar dolayısıyla  bizim aydınımızın da öteden beri bir "Korku Pandemisi" yaşadığını yeniden hatırladık.

2020 yılının Mart ve Nisan aylarında  ABD ve Avrupa ülkelerinde  insanlar, tuvalet kâğıdı stoku yapmak için birbirlerini ezdiler. Öyle ki Avustralya'da bir gazete, 5 Mart 2020’de koronovirüs endişesiyle market raflarını boşaltan ve ülkedeki tuvalet kâğıdı stoklarının tükenmesine neden olan Avusturalyalılar için, kesilip tuvalet kâğıdı yapılabilecek halde fazladan sekiz sayfası boş olarak yayınlandı.  Biraz mizahtı belki ama olayın vehametini anlatan çarpıcı bir örnekti aynı zamanda. 20 Mart 2020’de Hollanda Başbakanı Rutte, koronavirüs salgınından dolayı süpermarketlere akın eden halkı sakinleştirmek için,“10 yıl yetecek kadar tuvalet kâğıdı stokumuz var” diye açıklama yapmıştı.

Pandemi Psikolojisi üzerine yapılan araştırmalarda bilim insanları, tuvalet kâğıdının hazırlık ve güvenliğin sembolü olarak algılanmasında sosyal medyanın etkisi olduğuna, insanların bu davranışında kartopu etkisi olduğuna vurgu yaptılar. Başlangıçta tuvalet kâğıdının büyük, hacimli ve ayırt edilebilir olmasından dolayı insanların onu daha çok fark ettiğini, ardından giderek psikolojik değer kazanmaya başladığını ifade eden araştırmacılara göre;  insanlar mağazaya alış verişe gittiklerinde, mağazadan kucak dolusu tuvalet kâğıdıyla çıkanlara tanık olmaları onları da tuvalet kâğıdı satın almaya yönlendirmiştir. İnsanlara neden bu kadar çok tuvalet kâğıdı aldıkları sorusuna verdikleri  “Bilmiyorum, herkes böyle yapıyordu.” cevabı ise satın alma eyleminden daha fazla düşündüren bir konu oluyordu araştırmacıları.

Biz de aynı günlerde, marketlerin un ve hamur mayası stoklarını bir hafta içinde bitirivermiştik lakin tuvalet kâğıdı meselesi bu kadar dramatik yaşanmamıştı. O zaman yaşanmadı ama pandemiden çıkışın sonlarına gelindiği şu günlerde bu kez biz tuvalet kâğıdı krizi yaşamaya başladık. Stokları bitiremedik lakin yüksek talep oluşturarak fiyatları epeyce artırdık. İki durumun gerekçeleri de oldukça farklı... Pandeminin başladığı dönemde  "kirlenmeden kaçınma" ana unsur olurken, bugün yaşanan talebin gerekçesi "daha da pahalanacak endişesi, korkusu"... Herkes marketten elinde kocaman tuvalet kâğıdı rulosuyla çıkarken, insan beyninde beliren "ben neden almıyorum" sorusu ve bu sorunun yönlendirdiği satın alma davranışı. Ardından yüksek talebin getirdiği yeni, neredeyse günlük fiyat artışları. Korkunun çok bulaşıcı olduğunun kocaman bir örneğini yaşıyoruz bugünlerde, Batı'dan ithal ettiğimiz bir kültür, kendi ürettiğimiz bir ürün yüzünden.

"Batıdan ithal ettiğimiz kültür" derken, bu ürün ve kullanımı konusunda herhangi bir olumsuzlama veya olumlama vurgusu yapmadığımı özellikle ifade etmeliyim. Lakin Batılılaşma, çağdaşlaşma denilen şeylerin tümüne bu şekilde nötr de bakamayız. Söz buraya gelmişken  Çemil Meriç'i hatırlamadan, hatırlatmadan geçmek olmaz.

 

Türk aydınına mahsus "Korku Pandemisi"...

Çağdaşlaşma, Batılılaşma miti biraz eskiyince onun yerine Avrupa'dan, kendi kültürümüzü felce uğratan biraz makyajlanmış yeni bir zehir ithal ettik aydınlarımız marifetiyle... Cemil Meriç'in deyimiyle  "intelijansiyamızın şerefine şampanya şişeleri patlattığı bu sözde bakire, Tanzimattan beri tanıdığımız Batılılaşma'nın ta kendisi" ydi... Yoktu birbirinden farkı; ha Ali Veli, ha Veli Ali idi yani... Yine Cemil Meriç'in sözleriyle çağdaşlaşma, "kendi derisinden çıkmak, kendi mukaddesatını inkar etmek, Hıristiyan Batı'nın putlarına perestiş olup peşin peşin köleliğe razı olmak" tı... Aydın aslında dünyayı yorumlamakla yetinmezdi, dünyayı değiştirmeyi de hedeflerdi ama korkuları var ya korkuları, bizim aydınımızı özellikle de öne çıkan aydınlarımızı sadece ithalata memur etmişti... İthalat dediğimiz de işlenecek hammadde veya yarı mamul olsa iyi... Doğrudan tüketime hazır bilgi paketleriydi ithal ettikleri... Üretim merkezi anlı şanlı "Batı" idi bu bilgi paketlerinin... Dolayısıyla  üzerine söz söylemek, işlemek, değişiklik yapmak olmazdı... Hem ayıp olurdu, bir daha vermezlerdi maazallah..!

Korkunun bulaşıcılığından başlamıştık ya... Bu hastalığın bir türü de Tanzimat'tan bu yana aydınımıza musallat oldu hep... Onu esir alan bu bulaşıcı virüs "çağdışı olarak yaftalanma korkusu" ... Tanzimat aydınları önce Batı'nın her hastalığını ithal etmeye memur bir anonim şirket gibi davrandılar aslında... Bu bilinçli, taammüden yapılan bir seçimdi. Lakin "çağdaşlaşma zehrini savunma" konusunda  sonraki  aydınlarımızın haklı  gerekçeleri vardı. Bu zehir aydınımızı öylesine sarmıştı ki beraberinde bir korkuyu da yaydı... O korku,  "Çağdışılık"  ithamına, iftirasına muhatap olma korkusuydu. Öyle ya çağdaşlaşmayı seslendirmiyorsa, "çağdışı" olarak itham edilecekti... Küçük bir tehdit değildi bu... Kim kabul ederdi çağdışı, gerici olarak nitelenmeyi? Herkes tuvalet kâğıdı alırken, diğerlerinin buna duyarsız kalması olacak şey miydi!.. Bu korku, kartopu sarmalı gibi öylesine büyütüldü ki  kimse apayrı değerleri barındıran; daha eski, daha asil ve daha insanca bir medeniyetin çocuklarıyız diyemedi  "çağdışı olarak yaftalanma" korkusundan... Bu korku önce aydınımızı sonra da toplumu esir aldı... Hâlâ öylece de sürüp gidiyor... Yarın bir gün Covid-19 pandemisi bitecek, mevsimsel bir virüs hüviyetini alacak belki ama aydınımızın "Korku Pandemisi" daha sürüp gideceğe benziyor... Çünkü aydınlarımız arasında çok hızlı yayılma kabiliyeti olan bir virüs bunun kaynağı ve o virüs özellikle aydın zihnine bulaştığında  hemen teslim alıyor onu.. Ta Tanzimat'tan beridir de bulaşıcılığını hiç yitirmedi, hücre yapısını hiç değiştirmedi bu virüs.... Lakin buna isyan eden aydınlarımız da oldu... Yaşanmaz bu memlekette diyenlerin  aslında Türk insanından yani kendisinden şikayet ettiğini ve esasında onların aynaya bakmaya tahammülleri olmadığını yüzlerine vuran ve "Vatanlarını yaşanmaz bulanlar, vatanlarını yaşanmazlaştıranlardır" diyen Cemil Meriç gibi kültür adamlarımız oldu... Çağdaşlaşmayı Batı'nın kanlı tarihinin değil, insanı önceleyen kendi öz kültürümüz  ve mukaddesatımız  üzerine bina etmeliyiz diyen Oktay Sinanoğlu ve yakın zamanda kaybettiğimiz Teoman Duralı ve Sezai Karakoç gibi azımsanmayacak sayıda aydınımız da oldu çok şükür. Kendi kültürümüze, ülkemiz ve değerlerimize hep vurgu yapan Prof. Dr. Aziz Sancar'ı hatırlamadan geçmek de elbette olmaz... Keşke bu göçüp gidenlerin kıymetini hayatta iken bilebilseydik ve televizyonlarımızda kelamı gazetelerimizde kalemi daha fazla yer bulabilseydi.