BİR REKLAM

.

Nedir ilerleme?

20. yüzyılda şiirle uğraşıp da ondan etkilenmeyen var mıdır acaba? İçinde Türkler’in de bulunduğu birçok şair, onu kopya etmekle itham edilmiştir. Modern zamanları yazan herkes, onun isyankâr duruşuna uğramadan bitirmez yazısını. Rimbaud, Mallarme gibi yabancı şairlerin yanı sıra Yahya Kemal, Cahit Sıtkı Tarancı gibi şairlerimizin de ondan etkilendiği, edebiyat tarihine geçen notlar arasındadır. Ölümünün üzerinden uzun zaman geçmiştir ama daha dün yazılmış gibi canlılığını korumaktadır şiirleri. Son iki yüzyıl içinde, Paris’i onun kadar seven, aynı zamanda onun kadar eleştiren bir başka kişi daha yoktur. “Seni seviyorum rezil başkent” diyecek kadar sever Paris’i. Ellerinden alınmış, yabancılaşmış, başka bir şehre, başka bir kimliğe dönüşmüş Paris’i kaybetmek onu o kadar üzer ki, “Kötülük Çiçekleri” diye bir şiir yazdırmıştır bu keder ona. Milan Kundera, 1857 yılını Paris tarihinde bir dönüm noktası sayar. “Kötülük Çiçekleri” kitabının yayınlandığı yıldır bu tarih. Bütün dünyaya övünç kaynağı olarak arz-ı endam eden Paris’in karşısına, ilk kez bütün heybetiyle bir şair çıkar ve avazı çıktığı kadar bağırarak kızar. Bu yüzden kitaplarının bir kısmı devlet tarafından toplatılır. Tarih, 1862’yi gösterdiğinde, dünya edebiyat tarihine ve de Paris’e, yepyeni ve farklı bir bakış açısı gelişir. Osmanlı aydını dahil bütün milletlerin aydınları için Avrupa demek Paris demektir. Yepyeni bir Paris’tir bu. Fakat bu yeni Paris, Baudleaire için bir cennet değil, bir sıkıntıdır ve yazdığı şiir kitabıyla edebiyat tarihine muhteşem bir kavram hediye eder: “Paris Sıkıntısı.”

 

“Ey ölüm

yüce kaptan

haydi vakit gelsin

demir alalım

bu ülke sıkıyor beni

yola çıkalım”

diyor Baudleaire. 1821 yılında doğan ve 1867’de ölen Baudleaire, kısa hayatına büyük eserler sıkıştırmış bir şairdir. “Kötülük Çiçekleri” ve “Paris Sıkıntısı” en meşhur eserleri olan Baudleaire, modernizmi reddeden modernist olarak da bilinir. Her şeyde önce, halkın ağzına pelesenk gibi yapışan “İlerleme” kavramından nefret eder. Şeytandan kaçarcasına uzak durmak istediği bir kavramdır “İlerleme”. İnsanlığa yol gösterdiği iddia edilen bu kavramı karanlık bir fener olarak ifade eder. Nedir ilerleme? Baudleaire, şöyle bir örnek verir kendi zamanı için: “Kafesinde oturmuş gazetesini okuyan herhangi bir Fransıza gidin ve ilerlemeden ne anladığını sorun ona; buhar, elektrik ve gaz lambası. Romalıların bilmediği mucizeler, bizim eskilere üstünlüğümüzü kanıtlayan icatlar diye yanıt verecektir.”

 

Onun zamanında Paris halkı büyük bir özgüvenle doludur. 1789 ile eskiye ait dönem kapanmış, doğanın ve Tanrının dışında başka bir gücün, insan aklının hâkimiyeti başlamıştır. Bugün pozitif akıl, rasyonel akıl kavramlarıyla ifade ettiğimiz bu yeni düşünme şekli, gerçekten de yeni yükselen medeniyetin kilometre taşları olacaktır. Artık din yerine bilim mutlak doğruları söylemektedir. İnsan, Tanrıdan dolayı değil, insandan dolayı, sırf insan olduğu için sevilmeye başlanmıştır ve bunun adı Hümanizmadır. İnsanlık ilerlemektedir. Baudleaire, Paris’i metropol bir şehre dönüştüren bu ilerlemeyi sahte bulur. Şaire göre; “Bu zıvanadan çıkış çoktan apaçık olmuş bir çöküşün belirtisi”dir. Bir şiirinde aynen şöyle söyler:

“Bırak, şehrin iğrenç kalabalığı gitsin,

Yesin kamçısını hazzın sefil cümbüşte;

Toplasın acı meyvesini nedametin

Sen gel, derdim, ver elini bana, gel şöyle.

 

Bak göğün balkonlarından, geçmiş seneler

Eski zaman esvaplarıyla eğilmişler;

Hüzün yükseliyor, güleryüzle, sulardan.”  

 

Baudleaire’in “İçe Kapanış” şiirindeki bu bölüm, onun karamsar, kasvetli ruh dünyasını da anlatır bizlere. Şehrin bulvarda toplanan kalabalıkları ona neden iğrenç gelmektedir? Balzac’ın “İnsanlık Komedyası” olarak nitelendirdiği ve bütün yönleriyle gözler önüne serdiği 1789 sonrası dönemin ortaya çıkardığı Paris’teki yeni yaşam tarzına alışamamıştır Baudleaire. Bulvar ve kafelerden oluşan şehrin merkezinde, alışveriş mağazaları yükselmektedir. Baudleraire’in “Yoksulların Gözleri” şiirinde, “yeni bir bulvarın köşesini oluşturan yeni bir kafede” iki âşık oturmaktadır. Sevgililer mutlu bir şekilde sohbet ederken, yoksul bir aile belirir kafenin önünde. Boz sakallı bir baba, genç bir erkek çocuk ve bir bebek. Yoksul ailenin üyeleri, tam da âşıklarımızın karşısında dururlar ve kafenin içindeki ışıltılı dünyayı seyrederler. Hayatları boyunca asla ulaşamayacaklarını bildikleri bu ışıltılı dünyayı hayranlıkla seyretmektedirler. Erkek biraz utanır yoksul aileyi görünce, fakat kadın dayanamaz: “Dayanamıyorum bu fincan gözlü adamlara! Müdüre söyle de kovsun şunları.”

Bu karşılaşma modern hayatın örnek bir karşılaşması olacaktır sonraki asırlarda. 20. yüzyıl Paris’inde, özellikle Sartre’la özdeşleşen Paris kafeleri, toplumsal hareketlerin merkezi olacaktır. Bugün kafeler, bizim için de aynı derecede önemli değil midir? Bir kafede oturmuş, paramızla karnımızı doyurup keyif yaparken, önümüze kirli sakallı bir dilenci gelip bakmayagörsün yüzümüze. Hemen garsonu çağırırız: “Rahatsız oluyorum, gönder şunu.”

 

Bulvar, modern hayatın ana damarıdır Baudleaire’e göre. Bulvarlar, pazarları, köprüleri, alışveriş mağazaları, kanalizasyonu, su yolları, opera ve kültür saraylarını ve büyük parkları içeren kentsel bir planlama sistemi değildir sadece. Metropol yaşam tarzının da bir gereğidir. Paris’in belediye başkanı Baron Haussmann, şehri modernize etmek için bulvarların inşasından başlar işe. Yeni bulvarlar, yeni inşaatlara, yeni inşaatlar da yüzlerce binanın yıkımına yol açar. Binlerce insanı evlerinden eder, yüzyıllardır varlığını sürdüren yüzlerce mahalleyi… Baudleaire’e göre, bulvar, modern aşk için yatak odası kadar önemlidir. Âşıklar için bulvarlar, yeni bir sahne yaratmıştır: Bu sahnede kalabalıklar içinde yalnız ve başbaşa kalabilmektedirler. Muazzam bir akıntıya kapılıp bulvarda dolaşırken, aşklarını canlı bir şekilde yaşayabilmektedirler. Tek sorun, onları rahatsız eden yoksulların gözleridir. Şehrin yeni düzeni, onları bu rahatsızlıktan korur ve bir görevli daima, fakirleri zenginlere yanaşmaktan alıkoyar.

Tarih, 19. asrın ortalarına doğru ilerlerken, dönemin efsane belediye başkanı Baron Haussmann, geniş bulvarlar yapacağım diye Paris’in eski binalarına kazmayı vururken, Baudleaire, yara bere içindeki çocuğuna bakan bir anne gibi bakar Paris’e ve şöyle haykırır: “Seni seviyorum rezil başkent.” 

 

NOT: Metnin poodcast kaydına aşağıdaki linkten ulaşabilirsiniz: 

https://podcasters.spotify.com/pod/show/ekrem-zdemir/episodes/Seni-Seviyorum-Rezil-Bakent-e2lkm9b