Her varoluş bir yeniden doğuştur.
Doğanın Yeniden Doğuşu: İlkbahar
Zahit Borak
Her yeni doğuş bir varoluş, her varoluş ise bir yeniden doğuştur. Benim için ilkbahar yeni bir diriliştir. Diriliş, ataletten, durağanlıktan silkiniştir. Kış mevsiminin ruhunuzu sıkan, hareket kabiliyetinizi kısan atmosferinden özgürlüğe kaçıştır. “Yılın en güzel mevsimi hangisidir?” diye sorulacak olsa kesinlikle ilkbahar derim. Bu iklimin adeta büyüleyici bir yanı vardır. Bir büyütme tılsımı taşır içinde. Güneş ve yağmur büyütür, yeşil bir ortamın dinginliğinde taze filizlerin ve çiçeklerin her gün büyüdüğüne şahitlik edersiniz. Rengârenk açar çiçekler, güller yüzünüze merhaba, der adeta. Büyülü hayatın can damarlarının mevsimidir İlkbahar... Kırlar, bayırlar, çiçekler, mor menekşelerle bezeli tabiatın nazar boncuğudur ilkbahar…“Bir ilkbahar sabahı / Güneşle uyandın mı hiç? / Çılgın gibi koşarak / Kırlara uzandın mı hiç?..” Erol Evgin’in şarkısında dile getirdiği gibi bahar bir mutluluk atmosferinin ruhumuza yansıyan tezahürüdür.
Doğanın uzun ve serin bir uykudan uyandığı bu mevsim, hayatın yeniden başladığını fısıldar. Havada hafif bir serinlik varken, gökyüzü mavinin en saf tonlarını gösterir. Toprak, ilkbaharın gelişini fark eden ilk dostudur. Cemre toprağa düşer, tabiat kıpırdar ve hareket başlar. Topraktaki börtü böcek canlılığın ilk emarelerini göstermeye başlar. Isınan toprakla beraber karların altında sırlanıp dinlenen tohumlar sabırsızlıkla filizlenir. Tabiat gün ışığıyla aydınlanınca, filizler yeşil renk tonunu adeta doğaya fışkırtır.
İlkbaharda birçok bitki art arda çiçek açar, ilkönce kardelenler karların arasında boy gösterir. Ardından güneş filizleri tomurcuklanmaya hazırlar. Manolyalar, erik, vişne, kayısı ve kiraz ağaçları bir bir çiçek açmaya başlar. Arz-ı endam eder, bir tabloya dönüştürür tabiatı. Yeşilin envaı çeşit renkleri tabiat tablosuna yansır. Bir ressam edasıyla çiçeklere can verirken, göz zevkinizi okşar. Gün geçtikçe Nisan ve Mayıs’a doğru güneş ışığını ve ısısını daha cömertçe sunmaya başlar. Sağanak yağmurlardan sonra güneş ortama fısıldar adeta. "Bahar geldi mi memleketime / Gelir içime bir garip sevda." Diyen Cahit Sıtkı Tarancı’ya hak vermemek olur mu? Güneşin ılık dokunuşu sevdalanmaları akla düşürür. Sevdalanma mevsimine dönüştürür baharı.
Yuvasını yapmak için zaman kollayan kuşlar aranmaya başlar. Dallar kuşlara sahip çıkar ve yuvalarına beşiklik yapmak için adeta yapraklarıyla kol kanat gerer “…Baharda kuşlar gibi / Geldin kondun dalıma / Susamıştım sevgiye / Çiçekler sundum sana / Seversin diye / Seversin diye…” nameleri ve sözleriyle Özdemir Erdoğan şarkısı dolanırken diline, kovanlarda da bir hareket başlar. İşçi arılar dört bir yandan acelesi varmış gibi vuslata doğru uçar. Bir yandan ayaklarına polenleri sararken diğer yandan çiçeklerden emdiği nektarı bir an önce bala dönüştürme derdine düşer.
Hepimizin baharla ilgili anıları vardır mutlaka. Benim de bahar ile ilgili bir anım aklıma geldi. Köyümüzün hemen önünde bir dere var. Baharda karların erimesiyle yatağından çayırlara taşar, çağlayarak akardı. Bizleri korkuturdu bu taştığı zamanlarda dere. Hiç unutmam, o gün annemler komşularıyla beraber derede bir şeyler yıkıyorlardı. Ben de çocuklarla beraber oltayla balık tutmaya çalışıyordum. Oltama bir şey takıldı sanmış ve bir iki hamla ile çekmeye çalışmış ama başarılı olamamıştım. Bir hamle daha yaptığımda bir anda kendimi derenin içinde buldum. Düşerken dere kenarındaki otlara tutunmayı başardım. Ama su o kadar hızlı akıyordu ki toparlayamadım kendimi. Suya dalıp-dalıp çıkmaya başladım. Yanımdaki çocuklar bağırıp yardım isterken kadınlardan bir tanesi imdadıma kavuştu. Beni kavradığı gibi suyun dışına çıkardı. O serin havada ıslak ıslak titreyerek eve gitmiştim. Suyun acımasızlığını ve boğulma endişesini o yüzden hep içimde taşırım. “Kutsal Mavi Çocuk Şiiri’inde” Cahit Zarifoğlu halime tercüman olur. “Sular mı anladı / Dağlar mı sezdi / Yoksa birdenbire bir çiçek mi / Bir gün / Herhangi bir an / Ama bir çelik an / Her şey / Ve hepsi başlarını kaldırdılar / Ve hemen ellerinin gölgesi düştü yüzlerine…”
Candan Erçetin “Bahar” şarkısında ne kadar da güzel dile getiriyor: “…Bahar geldiğinde mi ben böyle olurum? / Yoksa böyle olduğumda mı gelir bahar? / Ayrıca bunun seninle ne ilgisi var? / Tabii ki ben böyle olduğum için bahar / Çünkü sana değdiğinden beri ellerim / Bütün kış dallarında tomurcuklar var…” Bu mevsim sadece doğa için değil, insanlar için de bir yenilenme zamanıdır. Kışın kasvetinden uzaklaşır, daha hafif giysilerle, daha hafif ruhlarla sokaklara çıkarız. Parklarda çocukların kahkahaları yankılanır, piknik sepetleri hazırlanır ve çayırlar üzerinde dost sohbetleri başlar. İlkbahar, insanları bir araya getiren ve paylaşımın anlamını hatırlatan bir mevsimdir.
Baharın gelişinin bir güzel yanı da onun dünya çapında farklı şekillerde kutlanmasıdır. Her ülkenin yeni mevsimi karşılarken kendine özgü benzersiz bir yolu vardır, bu da bir festival, geçit töreni ya da yemek şöleni olabilir. Herkesin bahar geleneği oldukça farklı. Ülkemizde ve Asya kıtasında kutlanan en önemli bahar şenliklerinden bir tanesi de Nevruz Bayramıdır.
Nevruz baharın habercisi ve müjdecisi olarak çeşitli etkinliklerle kutlanır. Nev (yeni) ve ruz (gün) anlamına gelir. Baharın ilk günü olarak kabul edilen 21 Mart gününde kutlanır. Nevruz; yeni günü, yeni hayatı, yeni başlangıcı ve doğanın yeniden doğuşunu sembolize eder. Bu bahar geleneği ülkeden ülkeye farklılaşsa da, kutlama genellikle insanların evlerini temizlemesiyle başlar. O yüzden “Bahar temizliği” kavramı girmiştir literatürümüze. Ülkemizdeki şenliklerde, “Nevruz Ateşi” yakılarak, üzerinden atlanır. Nevruz ateşi üzerinden atlama yarışmaları yapılır. Bahar, çocukça bir ruh aşılar herkese, çocuklaşır büyüklerde (de ayrı). Büyük küçük demeden nevruz ateşinin başında bir araya gelen halk, şarkılar, türküler ve müzik eşliğinde halaylar çekerek eğlenerek kutlar baharı.
Tayland’da Songkran Su Festivali var mesela. Yeni Yıl Günü olarak kutlanır. Bu bahar geleneği bir Budist manastırına gitmeyi, yaşlıları ziyaret etmeyi ve su fırlatmayı içerir. Kuşkusuz dünyanın en renkli festivallerinden biri olan Holi, Kuzey Hindistan’daki Hindular tarafından kutlanıyor. Hindu mitolojisine atfen bahar mevsiminin pek çok tonunu barındıran renkli tozlarla yapılır. İnsanlar birbirlerine renkli tozlar serpiştirerek eğlenir. Genellikle tüm gündüz ve gece boyunca süren festival, kış sonunun ve bahar mevsiminin şanlı ve renkli kutlamasıdır.
Yine baharda İngiltere Gloucester peynir yuvarlaması etkinliği Cooper’s Hill’de gerçekleşir. Bir sarp tepeden aşağıya bir teker peynir atılır ve bir saniye sonra yarışmacılar kendilerini peynirin arkasından atarlar. Peynir tekerlerinin ardında yokuşlardan aşağı yeşillikler üzerinde yuvarlanarak keyfini çıkarmaya çalışır yarışmacılar. Baharı karşılamak için biraz zorlu bir yöntem olmakla birlikte, 200 yıllık gelenek, her yıl hem eski hem de yeni yarışmacıların ilgisini çeken topluluk tarafından gururla desteklenmektedir.
İlkbaharın rüzgârı bile farklı eser. Hafifçe yüzümüzü okşar, ama beraberinde umut taşır. Geçmişin yükünü bırakıp geleceğe dair tazelik hissi sunar. Ağaç dallarına konan kuşların cıvıltıları, yeni hikâyeler anlatır. Doğa canlandıkça, biz de kendi hikâyemizi yeniden yazmaya başlarız. Lev Tolstoy da “Anna Karenina” romanında yenilenmenin, canlanmanın ruhuna tezahür eden yanlarını yansıtırken insan ve doğanın ahengini dile getirmeye çalışır. "İlkbahar her zaman Konstantin için özel bir anlam taşırdı. Tarlalar, karların altından kurtulurken, onun içinde de bir yenilenme hissi doğardı. Doğa yeniden canlanırken, o da kendi ruhunda bir kıkırdama gösterirdi. İnsan ve doğa, aynı döngünün parçasıydı." Bir döngüden bahseder Tolstoy. Döngünün hayatın bir gerçeği olduğu ve insan hayatı üzerindeki etkisi dile getirilir.
Honoré de Balzac “Vadideki Zambak” romanında: "Zambakların açtığı o ilkbahar sabahında, vadinin ömürlük kokusu içime doldu. Kuşların cıvıltıları, gerçekçi ilk ışıklarıyla buluşmuştu. Doğanın bu uyanışı, kalpte kelimelere dökülemeyen bir huzur bıraktı." Diyerek doğanın baharıyla birlikte sunduğu eşsiz güzelliği incelikle tasvir eder. Sessiz, ürkütücü ve bir o kadar da zahmetli bir kışın ardından bahar ilaç gibi gelir. Birçok canlı şaşkınlık içinde kışın soğuk havasından kurtulmanın yaşam sevinciyle hayata merhaba diyor. Bunca kuş cıvıltısı, keklik ötüşü bu sebeptendir. Bülbülün güle aşkı bu mevsimdedir. Bahar aşkların mevsimidir aynı zamanda.
Baharın en erken habercilerinden biri de leyleklerdir. Leylekler göç ettikleri mevsimlerden döndüler mi bahar gelmiş demektir. Bir alışkanlıkla her yıl konduğu cami minaresine ya da yuva yaptığı ağaç dallarına konar ve yuvasını yeniler, kuluçkaya yatar. William Blake "Bahar" şiirinde; "Flütü çalın! / Şimdi dilsiz! / Kuşlar / Gece gündüz keyif yapar; / Bülbül / Vadide, / Tarla kuşu gökyüzünde / Neşeyle, neşeyle, yılı karşılamak için." Baharın gelişini şarkıları ve kuş cıvıltılarıyla coşkuyla kutlar.
İlkbahar bir dönüşümün adıdır. Bize sabrın ve döngüselliğin ne kadar büyük bir gücün taşıyıcısı olduğunu hatırlatır. Bu mevsimde sadece doğa değil, ruhumuz da yeşerir. Tıpkı ilkbahar gibi, biz de her zaman yeniden yenilenmiş bir hayata başlayabilir, yeniden filizlenip hayatın renklerini özümüze katabiliriz. Yaşar Kemal “İnce Memed” romanında: "Dağların karları yeni yeni eriyordu. İlkbahar dağ köylerine süzülüyordu. Dere kenarındaki söğütlerin dalları yeşillenmiş, tarlalarda yeni ekinler filizlenmişti. İlkbaharın gelişi, hem havadaki hem de insanlar de bir başka sevince boğardı…" diyerek doğanın dönüşümünü etkileyici bir dille anlatır.
Baharla birlikte şehirlerin park ve sokaklarını renk renk boyayan laleler, güller ve manolyalar süslemeye başlar. Park ve bahçeler kış ayında yalnız ve bakımsızlıktan sıkılmış gibidir. Cıvıl cıvıl çocuk seslerine hasret, “Bahar ve Diriliş Teması” şiirinde: "Bir bahar sabahı ruhum ortaya çıktı, / Ağaçların yeşil fısıltıları sardı bedenimi. / Ve göğün mavisinde kaybolan sesim, / Hayat yeniden başladı o an…" Diyen “Diriliş” şairimiz Sezai Karakoç haklı değil mi?
Köy yollarında uzanan taş duvarlar boyunca yaseminler ve mor salkımlar boy gösterir. Ahşap pencerelerden süzülen hafif kekik ve nane kokuları, insanın içine çocukluğunun saf hatıralarını taşır. Bahar köylü için çalışma mevsimidir. Köylüleri, bu mevsimde ellerinde kazma, çapa gibi müştemilatlarla yollarda görmeniz mümkün. Sahip oldukları toprağı bir usta edasıyla işlerler. Nereye sebzesini ekeceğini belirler, önce planlama yapar, ardından arklar açarak fidelerini hazırlar. Sonbaharda nadasa bıraktığı tarlasını o yıl ekeceği ürünün tohumuyla buluşturur. Bağ bahçe budanır, yeni verimli ürün vermesi için hazırlık yapılır. Akşamüstü, güneş ufka doğru alçalırken, gökyüzü altın sarı renkleri pembeyle iç içe geçtiğinde, çobanlar çayırlarda koyun, sığır sürülerini otlatmak için yayılırlar otlaklara. Dereler çağlarken suyun melodisi evrene karışır. İnsanların yüzleri, baharın getirdiği neşeyle yumuşar, ellerindeki aletlerle sevgi dokunuşları yapar, bir ressam edasıyla toprağını işler.
İlkbahar, yalnızca bir mevsim değil, hayatımızın en anlamlı anılarını barındıran bir zaman dilimidir. Her insanın bu mevsime ilişkin güzel anıları vardır mutlaka. Her topluluğun bahar şenlikleri kendilerine özgüdür. Şairler için ilham kaynağı olan mümbit bir iklimdir. Gül, bülbül, aşk şarkılarının mevsimidir ilkbahar… Amerikalı şair Edward Estlin Cummings "Tatlı Bahar Senin Zamanın" şiirinde: "tatlı bahar senin / zamanın, benim zamanım, / bizim zamanımız, / bahar, aşk zamanı /ve yaşasın tatlı aşk." Dizeleriyle ilkbaharı, sevginin ve hayatın en naif yanlarının aşk zamanı olarak ifade ederken haksız mı?...