O soru aklımdan hiç çıkmadı...
Ütü Yapmayı Neden Öğrenmedim?
Yazan: Ekrem Özdemir
1993 yılının yazıydı. Ferdi Tayfur’un “Bana da Söyle” albümünü satın alıp dinlediğim günlerdi. Ailecek İstanbul’a dayımlara ziyarete gelmiştik. Babamın izni bitip de geri döneceği zaman “Baba ben biraz daha kalsam olur mu?” diye yalvarmış, dayımın oğlu Yakup’la İstanbul’da gezeceğim günlerin heyecanıyla izni koparmıştım. Temmuz sonu olmalı. Bir hafta yürüyerek gezdik İstanbul’u. Zeytinburnu’ndan Eminönü’ne yürüyerek gittiğimizi hatırlıyorum. Topkapı, Ayasofya, Gülhane derken nihayet sıkıldık, okulların açılmasına da daha vardı. Bari bir işe girelim dedik.
Veliefendi Mahallesi’nin ara sokaklarından birinde bir konfeksiyoncuda işe girdik. Dikilmiş çocuk elbiselerini düğmeleyip, ütüleyip, katlayıp, paketleyip toptancıya gönderen bir firmaydı. Beni düğme yeri açma, düğmeleme ve paketlemeye gönderme kısmına verdiler. Sıcak, çok sıcaktı, iyi hatırlıyorum. Günde üç dört kez atletimin terleyip kuruduğunu, şapır şapır ter döktüğümü çok iyi anımsıyorum. Küçük bir atölyeydi bu. Toplasan 7-8 kişiydik. Uzun boylu, kirli sakallı, hafif sarışın, Fenerbahçe ve Müslüm Gürses aşığı Tufan abi vardı. Sabah işe geldik mi Müslüm Babanın “Adını Sen Koy” albümünü teybe koyar, akşama kadar döndürürdü. Kazandığı üç beş kuruşu da Fenerbahçe maçlarına verir, Marlboro sigarası içer, çay molalarında sokaktan geçen kızlara laf atardı. Şefimiz oydu. Yanlışımızı düzeltir, işi öğretirdi. Tabi bir sürü küfür eşliğinde… Akşam eve gittiğimde ben de inadına Ferdi dinliyordum.
Müslüm Gürses ve Fenerbahçe sohbetiyle iki hafta geçmişti ki ütü yapan kişi işten ayrıldı. Alelacele beni ütücü yaptılar. “Bilmiyorum”, “Hiç yapmadım” desem de dinlemediler. “Kolay iş, öğrenirsin.” dediler, ”Mallar yetişecek.” Utana sıkıla geçtim tezgâhın başına. Bir iki gösterdi Tufan abi, ben başladım ütülemeye. On elbiseden beşi geri geliyordu, olmamış diye. Tekrar ütülüyordum. İşler aksamaya başladı.
Tufan abi beni şikâyet etmiş olmalı. İkinci gün patronun kardeşi geldi. Uzun boylu, esmer, yakışıklı, çapkın olduğu tipinden belli biriydi.
“Ekrem, bu iş böyle olmaz. Ütüler geri geliyor. Mallar yetişmeyecek. Düzgün yap şunu” diye azarladı.
“Abi ben bilmiyorum ütüyü, söyledim size” dedim.
“Oğlum” dedi, ütüyü aldı eline, elbisenin üstüne gezdirmeye başladı. Durdu, bana baktı.
“Sen hiç hayatında bir kızı okşamadın mı Ekrem?” diye bir soru sordu. Bu soru beynimin o an durmasına neden oldu. Ne diyeceğimi bilemedim.
“Hayır abi, okşamadım” diye utangaç bir cevap verdim. Birden gözleri açıldı.
“Nasıl yani?” dedi. “Oğlum sen kaç yaşındasın?”
“On altı abi.”
“On altı yaşındasın ve hiç bir kızı sarılıp okşamadın, öyle mi?”
Bir yandan utanıyor, diğer yandan İmam Hatipli kimliğimden taviz vermemeye çalışıyordum. Gururlu bir yüz ifadesi takınmaya çalışarak:
“Hiç abi” dedim.
“Elini de mi tutmadın bir kızın?”
“Yok abi.”
Adam, şöyle bi acıyarak baktı gözlerime. O bakışı hiç unutmadım. Ne diyeceğini bilemiyordu. Yaşadığım yokluğa mı üzülmeli, beceriksizliğime mi kızmalı, saflığıma mı gülmeli, bilemedi. “Nikahsız bir kızın elini tutmak haramdır” öğretisiyle yetiştiğimi bilse bunu umursayacak biri hiç değildi zaten.
“Bak Ekrem” dedi, döndü tezgâha, “Böyle yavaş yavaş, bir kızın vücudunu okşar gibi gezdireceksin ütüyü elbisenin üstünde. Farz et ki ellerinle geziyorsun. İşte öyle.”
Bir iki elbiseyi hemencecik ütüleyip önüme yenisini koydu. “Şimdi sen yap” dedi. “Okşar gibi, unutma.”
Utana sıkıla aldım ütüyü elime. Beynimde o soru sürekli zonkluyordu. “Sen hiç hayatında bir kızı okşamadın mı Ekrem?”
“Şöyle yap, hah böyle, yavaşça” diyerek gösterdi ütülemeyi. Ter içindeki vücudum üşür gibi titriyordu. Neden çekip gitmiyordum? “Senin de işinin de…” deyip ağzıma geleni söylemiyordum?
Diyemedim. Dönüş masraflarını ben ödeyecektim. Söz vermiştim babama.
Gösterdiği şekilde yapmaya çalıştım. Birkaç elbiseyi birlikte yaptık. Sonra, “Tamam, böyle devam et. Unutma, okşar gibi.” diyerek gitti patronun kardeşi. Adını hâlâ hatırlamıyorum. Sadece o küçümseyen bakış. Ve gururumu yıka yıka zihnimde dolaşan o soru: ““Sen hiç hayatında bir kızı okşamadın mı Ekrem?”
Ayın sonunu zor getirdim. İntikamımı almalıydım. Ama nasıl? Maaş günü geldi, çattı. O gün paramı aldım, akşama kadar çalıştım ve bir daha o işyerine gitmedim. Zaten umursamamışlardır bile. Yerime biri geçmiştir, düzen yürümüştür, mallar yetişecek çünkü.
Ben kırılan gururumla kaldım.
O günden sonra ütüden nefret ettim. Baba ocağından ayrılıp üniversite okuduğum bekârlık yıllarımda yaptığım ütüler hep kötü oldu. Ya çift çizgili ya da patika yollar gibi. O görüntü hiç çıkmadı aklımdan. O adamın bakışı. O gidemediğim an. O söyleyemediğim sözler. O gün bugün nefret ettim ütüden, her ütüyü elime aldığımda o soru zihnimde çalkalanıp durdu: “Sen hiç hayatında bir kızı okşamadın mı Ekrem?”