"Ağlayan kadın, kandıran kadındır."

Filmin sonunda "Andrei Tarkovsky'ye adanmıştır" ibaresini görünce sevindiğimi söyleyebilirim. "Sinema tarihinin en iyi filmi hangisidir" diye sorulsa tartışmasız Stalker filmini söyleyeceğim Tarkovksy'yi, o Doğulu bilgeyi saygıyla anıyorum.

Size bir başyapıttan bahsetmek istiyorum. İnsanlık tarihinin kadim sorunlarından birini, insanın doğayla ve insanın insanla ilişkisini, yaratılış mitolojilerini de içine alarak modern insana, hem de modern dünyayı da kıyasıya eleştirerek sunan bir film: Antichrist.


Uzun zamandır korku filmi izlememenin vermiş olduğu tedirginlikle yaklaştığım filmi izlemem tamamiyle Lars Von Trier sayesinde oldu. Sadece bir korku-gerilim filmi izlemeyeceğimi bilerek başladım seyretmeye. Bittiğinde ise "iyi ki izlemişim, hatta birkaç kez daha izlemeye değer" dedim. 


 

Willem Dafoe ve Charlotte Gainsbourg'un başrollerini (daha doğrusu cenaze töreni sahnesi dışında bütün rolleri) paylaştığı filmin neredeyse ele almadığı konu yok gibi. Modern bilimden, ilk insanın yaratılışına, doğa-insan ilişkisinden, şiddet ve cinselliğe geniş bir yelpazede seyreden Antichrsit'i, bir kez izlemek sanırım yeterli olmayacaktır. Doğrusu baştan uyarımızı yapmakta fayda var; film aşırı cinsellik ve şiddet unsurları barındırdığı için sabırları zorluyor. Herhangi bir korku filminde rastlayacağımız konusu şöyle filmin: Anne-baba cinsel hazzın doruklarında gezerken 3-4 yaşlarındaki çocukları pencereden düşüp (atlayıp da diyebiliriz) ölüyor. Çocuğunun ölümüyle sarılan anne, bunalıma giriyor. Terapist olan kocası ona yardımcı olmak istiyor ve hatta modern insanın ukala tarafını kullanarak karısını (modern bilimin tekniklerinden faydalanarak) tek başına tedavi etmek için onu (daha önce de gittikleri) ormandaki kulübeye götürüyor. Tabi ki bunu durup dururken yapmıyor. Karısının korkularıyla yüzleştirmeye çalışırken en çok korktuğu şeyin Eden Ormanı olduğunu öğreniyor. Bildiği yöntemlerle terapi seansları uygulamaya başlayan kocanın gayretleriyle iyileşmesi beklenen anne, daha da kötüleşerek, delirme noktasına geliyor ve saldırganlaşıyor.


 

Üç dilenci geldiğinde biri ölmeli

Bir önsöz ve 4 bölümden oluşan filmi şöyle özetlemek mümkün. Önsöz (Girişteki sevişme sahnesi ve çocuğun ölümü). 1. Bölüm: Keder (Yas); annenin hastanede ve evde geçirdiği bunalımlı günleri anlatıyor. Çocuğunun ölümüyle başa çıkamayan karısına yardım etmeye çalışan koca onu ormandaki kulübeye götürüyor. Film boyunca terapist kocanın ormanda karşısına üç hayvan (doğurmak üzere olan halleriyle) çıkıyor. İlk bölümde Geyik var. 2. Bölüm: Acı (Kaos Hükümdarlığı); Eden Park'taki ilk günler. Anne kocasının terapi seanslarıyla korkularıyla yüzleşmeye başlasa da, onlardan kurtulmak yerine daha derinlere iniyor ve korkuları onu iyice kuşatıyor. Modern tıbba yönelik çok ciddî eleştirilerin yer adlığı bu bölümde diyaloglara dikkat. Kadın delirmeye yüz tutarken koca çocuğunun ölümüne dair ipuçlarını ele geçiriyor. İkinci bölümün sonlarında tilki ile karşılaşıyoruz ve tilki kaosun devam edeceğini haber veriyor. 3. Bölüm: Umutsuzluk (Kadın Katliamı); Yağmurla başlayan bu bölümde,   kaos ve umutsuzluk kendini iyice gösteriyor. İnsan doğasına ve kadın doğasına (Anneni, uzun süre üzerinde çalıştığı Kadın Katliamı adlı tezine) dair diyaloglarla birlikte kadının yaşadığı dönüşüm başlıyor. Şiddet başlıyor ve bununla birlikte adam oğlunun ölümüne dair gerçekleri öğreniyor. Kadının adeta bir caniye dönüşmesiyle sergilenen şiddet sahneleri konusunda tekrar uyarıda bulunmak lazım. Öyle ki adam karısının saldırılarından kaçabilmek için bir tilkinin deliğine sığınıyor ve orada üçüncü hayvan kargayla karşılaşıyor. 4. Bölüm: Üç Dilenci; filmin final sahnesi. Şiddetin dozu giderek artıyor ve olay çözülüyor.  

 

Kadın doğası gereği kötüdür

 

Filmin çıplak bir sevişme sahnesiyle başlaması Adem ile Havva'ya gönderme olup olmadığını düşündürmüyor değil. Çünkü bu sahnede çocuk da ölüyor. Sanki klasik terminolojiyle konuşacak olursak; kadının isteğiyle işlenen büyük günah ve çocuğun düşmesi. Çocukla birlikte anne-baba da bir anlamda dipsiz bir kuyuya düşüyor. Ayrıca gittikleri (ve hayatlarında büyük yer tutan) ormanın isminin EDEN yani CENNET olması, olayları bu şekilde yorumlamamıza yardımcı oluyor. Diğer taraftan kadının tez konusu olan kadının günahkârlığı, insanlıkla birlikte kıyamete değin sürecek bir tartışma. Bu konuda film ne diyor peki? Kadın tezi üzerinde çalışırken (Özellikle Hıristiyan teolojinin en önemli konusu olan) ilk günah anlayışı ve Engizisyon eliyle yapılan kadın katliamlarıyla yoğun mesaisinin etkisiyle bu katliamları ve kadının günahkârlığını doğal karşılıyor. Kendi doğasını yönetemeyip doğanın kendisini yönettiğine inanıyor ve kendi içinde doğanın acımasız kurallarını işleten bir dönüşüm yaşıyor.  Ortaya şöyle bir tablo çıkıyor: Kadın doğası gereği kötüdür (günahkârdır), bu yüzden işlediğimiz günahların kaynağıdır. Film bu yönüyle cinselliği hayatımızdan çıkarırsak dünyada son derece mutlu yaşarız iddiasını taşıyanların çok işine yarayacak bir malzeme sunuyor. Tabi ki kadının hem günahkâr hem de doğurgan olması, doğasıyla ilgili tartışmanın bir başka boyutu. Modern bilim de dahil, insanlık tarihinin bu sorunu henüz çözemediğini söylemek hiç de zor değil.   

 

Ağlayan kadın, kandıran kadındır

 

Charlotte Gainsbourg'un başarılı oyunculuğuna doğrusu diyecek yok. Willem Dafoe'dan ziyade filmi o götürüyor desek yanlış olmaz. Filmi seyrettikten sonra, ilk etapta ne diyeceğini bilemiyor insan ama bir gerginliğin hâlâ üzerinde gezdiğini hissediyor. Korkunç sahnelerle korkunç iddiaların harmanlanması insanı önce şoka, sonra derin derin düşünmeye sevkediyor. Bir örnek vermek gerekirse, kadının kocasına yaptığı "Ağlayan kadın kandıran (hile yapan) kadındır" itirafı gibi. "Bacaklarıyla, kalçasıyla, göğüsleri, dişleri, saçı ve gözleriyle kandırır." O an bütün kadınların ağladığını düşününce, filmin hiç de boş iddialar taşımadığını anlıyorsunuz.     

 

Filmde dikkat edilecek birçok yön var. Bahsettiğimiz üç hayvanın ortaya çıkış sahneleri, üç bölümün birbiriyle ilişkileri, kadının çocuğunun ölümüyle kendi cinselliği arasında kurduğu bağlar gibi. Sinema tarihinin en güzel giriş sahnelerinden biri olmaya ÖNSÖZ bölümünün mükemmelliğinin yanı sıra final sahnesinde de o muhteşem müziği ve o harika çekimleri bir başka şekilde seyretmek Lars Von Trier'in niçin üstad olduğunun da en iyi kanıtı.



Şeytanın Mabedi: DOĞA

Sizi filmin en can alıcı metinlerinden biriyle baş başa bırakarak sözlerime son veriyorum:

Adam: Bir egzersiz daha yapmak istiyorum. Rol yapma oyunu gibi. Benim rolüm korkunu kışkırtan tüm düşünceler. Seninki ise rasyonel düşünce. Ben doğayım. Doğanın kapsadığı her şeyim.  

Kadın: Pekala Bay Doğa, ne istiyorsunuz?

Adam: Elimden geldiğince sana zarar vermek.  

Kadın: Nasıl?

Adam: Sence nasıl?

Kadın: Beni korkutarak olabilir mi?

Adam: Seni öldürerek...

Kadın: Doğa bana zarar veremez! Sen sadece dışarıdaki yeşilliksin.

Adam: Hayır! Ondan fazlasıyım.

Kadın: Kafam almıyor.

Adam: Ben dışarıyım, ama aynı zamanda içerisiyim. Tüm insanoğlunu doğasıyım.

Kadın: Öyle doğa diyorsun. Hani insanların kadınlara kötü şeyler yapmasına neden olan doğa

Adam: İşte ben tam olarak oyum.



 

FİLMİN KÜNYESİ

 

Yorum ekle


Güvenlik kodu
Yenile