Ne zaman bir alışveriş merkezine veya üst düzey bir sivil toplum kuruluşuna ya da bol yıldızlı bir otele gitsem mescidin yerini sorduğumda, bana büyük ihtimalle bodrum ya da yerin iki kat altı gösterilir.



Özellikle alış veriş merkezleri daha da korkunçtur. Nerdeyse, otoparkta bekleşen arabalardan başka kimseyi bulmayacağınız, dar koridorlardan ve kalorifer borularının altından geçerek güç bela bulabildiğiniz mescide namaz kılmak bir işkenceyle eşdeğer. Bir anda öteki olduğunuz anlamanız işten bile değil. Hele o büyük avizeler altında tıkış mıkış eda edilen iftar yemekleri ayrı birer skandaldır. Otelde mescit olmadığı için size daracık bir oda gösterilir, yaklaşık iki yüz kişi bir odada yatsı namazına kadar akşam namazını kılmaya çalışırsınız. Allah kabul etsin.

 

Kargacık burgacık bir odadır karşımıza çıkan. Mezarları yıkıp üstüne hastaneler diken şehrin insanı, ölüm duygusunu hatırlamamak için elinden geleni yapar. Sürekli ötelenir ölüm. Hiç ölmeyecekmiş gibi dünya için çalışan şehir insanı, yarın ölmeyi hiç aklına getirmek istemez. İstemez çünkü, dünya hiç olmadığı kadar güzeldir, cansa hiç olmadığı kadar tatlı. Nasıl bırakıp gideceğiz bu kadar güzelliği. Hele yaşlılığımız daha da fenadır. Yaşlandıkça daha bir severiz dünyayı. Yaşımızın hatırlatılması, artık bazı şeylerin bizden geçtiğinin sık sık tekrarlanması bizi son derece rahatsız eder. Hâlâ bizde iş olduğuna, genç ve dinamik bir vücutla daha uzun seneler burada kalacağımıza inanmak isteriz. Bir arûs-ı zîbâ olan dünyanın cazibesi yaşlılıkta bir başkadır. Garip olan bir tarafı var bu hayatın, şehrin insanı dünyanın en yalnız, en sıkılgan, en bencil insanıdır ama bütün kahrına rağmen bu hayattan memnundur. Şikâyet ettiği oranda artar sevgisi şehir hayatına. Hani adamın biri tekkeye gidip derviş olmak istediğini, artık dünya hayatından el etek çektiğini söylemiş. "Peki" demişler, "gel bakalım". Adam başlamış dünya hayatını kötülemeye, uzun uzun anlatmış. "Dur" demiş dervişler, "ne yapıyorsun? Sen derviş olamazsın."  Adam hayret etmiş, "Neden?" Bir cevaptır ki dervişlerinki kulaklara küpe: "İnsan ancak çok sevdiğinden sürekli şikâyet eder. Sen dünyayı o kadar çok seviyorsun ki ağzından düşürmüyorsun. Haydi, var git yoluna." Benim şehir insanından şikâyetim de böyle olmasın!

 

Peki, nedir o kadar bîzâr olduğumuz şehrin bizi çeken tarafı? Elbette ki modern hayat şehrin insanına birçok fırsatlar sunmaktadır. Öncelikle günah işleme hürriyeti sunar bizlere. O kadar kalabalıktır ki şehir, Allah'tan başkası işlediğimiz günahları bilmez. Zaten Allah'ı da pek umursadığımız söylenemez. Hatırlamak zordur Allah'ı, çünkü O'nu hatırlamak ölümü hatırlamak demektir. Ölüm ise bu dünyanın faniliğini. O vakit birden şehrin nimetlerinin parlaklığı söner. Halbuki bize coşku ve heyecan veren bu nimetleri küçümsemek kalbimize pek bir hüzün verir.