BİR REKLAM

.

say-KAPAK

"Yarayla alay eder yaralanmamış olan. Bak nasıl da sararıp soluvermiş tanrıça kederlerden..."

 

 

“O kapı tarafındaki musluk akıtıyo… Bi’ conta al onu sıkıve’ emi..!” Sanki gevşeyen bu dünyanın contasıydı Khaled Mouzanar’ın “Mreyte ya Mreyte”[1] parçasını duyduğumda…

 

Yönetmen Onur Ünlü’nün “Sen Aydınlatırsın Geceyi” isimli siyah beyaz filmi, gerçeküstü/fantastik ögeler taşıyan ve “Leyla ile Mecnun” tadında bir dram filmi. 

 

endişe

 

“İnsan çok güzel sıkılır” yada “Sıkılmanın yük olma hali!”

Yönetmen, önce kasabalıların hikâyesini kurup sağlam bir öykü oluşturmuş, sonrasında içine fantastik ögeler yerleştirmiş. Böylece, Türk sinemasının başarıya ulaşmış aşırı gerçekçi son dönem filmlerinin aksine dramatik olanla saçma (absürt kelimesini kullanmak istemiyorum) olanı fantastik bir dünyada buluşturmuş, kendince de eğlenmiş.

 

Filmde duvarların içinden geçebilen bir berber ve yan hakem Cemal (Ali Atay), nesneleri parmaklarıyla oynatabilen bir kadın olan Yasemin (Demet Evgar), elleriyle zamanı durdurabilen kitapçı bir genç kadın (Damla Sönmez) gibi bizim sinemamızda pek de rastlanmayacak ve ‘yarı tanrısal’ da diyebileceğimiz karakterler mevcut.

 

Başrol kahramanımız berber Cemal, duvarların ardını görebilme özelliğine sahip, yaşamın anlamı ya da anlamsızlığı üzerine düşünen yada artık hiç düşünmeyen ve yaşadığı evrene fazlasıyla yabancılaşmış yapıda bir karakter.[3]

 

Cemal'in duvarların ardını görebilmesi sanki aramızdaki duvarın hiç bir pisliği örtmediğini de yüzümüze çarpar gibi...

 

Cemal, her sabah açtığı berber dükkanının önüne çıkardığı koltuğuna oturuyor ve bluetooth kulaklığını takıyor. Ardından küçük detaylarda kayboluyor bakışları. Hayat sıradanlaşıyor o an.

 

Cemal: “Bazen bi tekerlek dönüyo kafamda. Ama ben kendim döndürüyom o tekerleği… Bi tekerlek hayal ediyom aklımda; soona o tekerleği döndürmee başlıyom; Ama tekerlee durduramıyom sonrasında… Gözlerimi açıyom tekerlek dursun diye, tekerlek durmuyo, dönüyo, sonra tekrar kapatıyom gözleemi, durmadan dönüyo…”

 

Cemal’in sıradan bir sabah intihara teşebbüsü, 5 liralık bir ilaç yüzünden istemediği kasabaya sürülmüş bir kasaba doktorunda (Ercan Kesal) noktalanıyor. Oysa aynı doktor da sürekli kan ağlamaktadır. Kendisine dar gelen bu sıkıcı kasabada doktor ise, günlerini yetiştirdiği kekliklerle geçirmektedir.

 

Gene eliyle ateş edebilen bir avcı kolay yoldan zengin olmak gibi büyük hayaller peşindedir.

 

Cemal, avcıyla kahvedeki sohbetinde insanın gereksiz varlığını şu sözleriyle biraz da şaşırarak tartışır (yada eleştirir): “O kuş vardı da; şimdi yok. Annemler de yok! Kardeşlerim… Vardılar da hep; yoklar ya şimdi! Biz buradayız, sen varsın, bunlar da var, duruyoz ya bööle! HİÇ OLMASAYDIK YA BİZ! Noolcaktı o zaman? Sen hiç olmasaydın, bu dünyalara hiiç gelmemiş olsaydın, bütün bu şeye, bunlar, şunu bunu bilemicedin ya! Noolcaktı o zaman?”

 

sorgulama

 

AV1AV2

 

Ayrıca Cemal’in, annesinden yadigar kalan hasarlı bir kolyeyi tamirden almak için gittiği tamirci Nazım, dev gibi bir adamdır.

 

DEV

 

Her şeyin durağan ve ağır bir şekilde aktığı Cemal’in pesimist dünyası, Cemal’in gözünden sonu belli (ölümlü) yolu da özgün ve etkileyici şekilde gözler önüne sermektedir. Bu arada Cemal’in çocukluğunda annesinin ve kardeşlerinin yangında ölmesini unutamaması, bunun Cemal’de bıraktığı derin yara, çaresizliğin ileriye akseden suçluluğu ve hayatın ne kadar boş ve anlamsız olduğu aşikardır.

 

Aslında ardımızda bıraktığımız herşey de bir anlamda yanmaktadır.

 

Cemal: “Sen de sonunda ölecek olan birisin. Bu dünyanın derdini çözmenin imkânı yoktur”

oLum-sagyangın

 

Ancak tüm karakterlerin ortak bir özelliği var: Sıkılıyorlar...

 

Hatta bu özellikleri bile onlara yük olmaya başlamış!

 

Cemal’in Yasemin ile yolu bir köyde işçi taşıyan römorkun ardından giderken, daha sonra da Yasemin’in çalıştığı çiftlikte kesişiyor. Yönetmenin bir röportajında da dediği gibi “Yasemin, hayatın garip matematiği içinde kendi fıtratı kadar, hayatın ona sunduğu şeyleri çözmeye çalışıyor. Bunu da büyük bir tevekkülle yapıyor.”[4]

 

Yasemin’in çalıştığı çiftlikte, Cemal’in Yasemin’e çarpması üzerine Yasemin’in kıyafetine süt döküldükten sonra Cemal’in Yasemin’i duvarların ardında soyunurken hayal etmesi, Cemal’in travmaya dayalı duygusal zekasının aşkla ilk buluşmasıdır da…

 

YASEMİN1YASEMİN2

 

Diğer bir sahnede Cemal, Yasemin’i bindiği römorkun arkasından motorsikleti ile takip ederken, Yasemin’in bir orkestrayı yönetir gibi Cemal’in motorsiklet sürüşünü yönetmesi, aşkın bir kadından bir erkekte erimesidir. (Tabii bu sahnenin sonuna saçma bir şekilde Yasemin’in Cemal’i elleriyle savurmasını da eklemek gerekiyor. Benzer bir saçmalığı da Yasemin’in yatalak eniştesinin altını temizledikten sonra elinde pislik tutmasıyla görmek mümkün… Üstelik bu görüntünün üzerine Cemal, Yasemin’e gençlik parkında gazoz içmeyi teklif ediyor.)

 

Yasemin: “Annem ben küçükken öldü. Babam da cezaevindeydi, o da öldü. Bana küçükken halam bakıyordu. O öldü, ben de enişteme bakıyorum.”

 

Cemal’in Yasemin’le konuşmalarından da anlaşılacağı üzere en acınası olan ise, anormal olanın normalleşmesidir.

 

YASEMİN4

 

Cemal: “Ben de berberlik yapıyorum. Geçen hafta bileklerimi kestim, kurtardılar gene de, doktor da bana bu haplardan –ki hapların bir kısmı tespih boncuğudur-verdi. İçecem bu haplardan. İster misin sen de?”

Yasemin: “Oluuur…”

Yasemin: “Çok severim uçmayı ben.”

Cemal: “Peki ya beni? Beni de sever misin?”

Yasemin: “İstersen severim...”

 

UÇUŞlove above town

 

Sonrasında Cemal’le Yasemin elele şehrin semalarında uçmaya başlarlar[5] ve havada –önemsiz konulardan- konuşurlar. Daha sonrasında bu ‘hayali’ uçuş her ikisinin de kusmasıyla gazoz içtikleri çay bahçesinin çimenlerinde bitecektir.

REZİL

 

Daha sonra bir gün Cemal’in Yasemin’in kolyesinin ayınsını, canlı hayvan satıcısı Dündar’ın sekreterinde (Ezgi Mola) de görmesiyle başlayan yanlış anlama, akabinde sekreter kızla Yasemin’in bir düğünde birlikte göbek atmaları ve sonrasında Yasemin’in bir akşam üstü bir kuyumcuya uğraması, Cemal’i Yasemin hakkında yanlış düşünmeye sevkeder. Cemal o akşam Yasemin’e feci şekilde dayak atar. Oysa Yasemin, Cemal’in babasının verdiği annesinin kolyesini tamirden almıştır.

 

Dayak olayını sürgün doktora anlatan Cemal, doktordan büyük tepki görür. Doktor, Cemal’e ilaçlarını almadığı için de zaten kızmakta ve öfkesini kasaba halkına ve kaderine duyduğu öfke ile birleştirerek dile getirmektedir.

 

(Bu esnada dönen her objeye bakıp dalan Cemal, odada çalışan vantilatörden de gözünü alamamaz.)

 

MAL

 

Filmde Cemal’in akıl danışmak için okul bahçesinde konuştuğu öğretmeni Vildan hanım ise ironik bir biçimde görünmez.  Cemal, karısı Yasemin’den şüphe duyduğunu, akabinde onu feci şekilde dövdüğünü Vildan öğretmen (Derya Alabora) ile paylaşır. Cemal ve öğretmeni, konuşmalarına okul içinde devam ederken, duruma tepki gösteren görünmez öğretmeni bir an sadece aynada görünür.  

 

Öğretmeni Cemal’e Yasemin’in gönlünü almasını, ona güzel şeyler söylemesini salık verir. Bunun üzerine Cemal, yolda kitap satan bir kızdan ne tür bir kitap alması gerektiği yönünde fikir alır. Kitapçı kız ise Cemal’e Shakespeare’in bir kitabını önerir.

 

Zaten film, adını Cevat Çapan’ın çevirisini yaptığı ve William Shakespeare’in sonelerinden oluşan “Sen Aydınlatırsın Geceyi” isimli kitaptan almıştır.[6]

 

Cemal’in küçük yaşta ailesini kaybeden Yasemin’den Shakespeare dizeleriyle özür dilediği sahne ‘Romeo ve Juliet’in balkon sahnesine de bir göndermedir.

 

“Yarayla alay eder yaralanmamış olan

Bak nasıl da sararıp soluvermiş tanrıça kederlerden

Sen çok daha parlaksın çünkü

Sen tüm göklerdeki yıldızların ilki

Sen Aydınlatırsın Geceyi”[7]

 

romeo

 

Bu muhteşem sahnenin sonunda Cemal’in babasının gelip “Kızım işkembe aldım taze taze. Sabah mumbar yap” demesi ise yaşanması gereken en saçma durumu ortaya koymaktadır. Yasemin’in Cemal’den bu romantik şiiri dinledikten sonra Cemal’in yüzüne karşı kusması ise cabası…

“O kadar, o kadar güzelsin ki Yasemin!

Sana bakmalara doyamıyorum…”

 

Yasemin’in kusması üzerine ertesi gün hastaneye giden Cemal ve Yasemin, hamile kaldığını öğrenirler. Yasemin’in hamile kalmasına tepki gösteren Cemal’e Yasemin;

 

“Biliyom çok zor ama, ‘bu adam iyi bi adam’ dedim kendi kendime. ‘Bana’ dedim. ‘Etse etse Cemal yardım eder!’ Çok çektim ben bu hayattan Cemal. ‘Belki’ dedim, ‘kızım’ dedim ‘belki rahata erersin!’ Kendi kendime dedim; ‘Cemal’ dedim, ‘anlar seni. Affeder!’ dedim, ‘sana yardım eder...’ ” (Yasemin’in annesi, Yasemin henüz küçük yaşta iken gözleri önünde babası tarafından silahla öldürülmüştür aslında.)

 

“Eder misin Cemal?”

 

cektm

 

Yine “Bu hayatta herkesin bir derdi var Cemal. Benimki de bu. Ölemiyom be amk!” diyen Serkan Keskin’in ölmek isteyip de ölememesi, ince ve pesimist bir göndermedir çürümüşlüğe...

 

“İyi bir şey sanıyorsun bunu değil mi? Herkesler öyle sanıyor ama gel bide bana sor. En berbat tarafı ne biliyon mu? Hiç kimseden hiçbir şeyden korkun kalmıyor. Ardamarı çatlıyor adamın. Doğru ne? Yanlış ne? Her bir şey karışıyor kafanda… Herşeyleri bilmekle hiçbir şeyleri bilmemek aynı şey. Odun gibi oluyon işte! Onun için çok fazla kurcalamıycan meseleleri… eninde sonunda ölecek olan birisin. Bu dünyanın derdini çözmesine imkan yok.”

 

Yasemin de öfkelenmiştir artık ve kendisini eniştesinin evinden almaya gelen Cemal’in yüzüne Cemal’in kendisine aldığı Shakespeare kitabını fırlatır.

 

Aldığı kitabı geri iade etmeye götüren Cemal’e kitapçı kız, ‘aslında bunun işe yaramayacağını bildiğini, Cemal’in nasıl olsa geri döneceğini ve kendisinin Cemal’le takılacağını bildiğini’ söyler. Bunu nereden biliyordun diyen Cemal’e kız, “bunu herkes bilir” diye cevap verir. Hayatta bizleri nelerin beklediği üç aşağı beş yukarı zaten belli değil midir?

 

Yönetmen Ünlü, belli ki olağanüstü durumların taşrada daha sakin karşılandığını düşünüyor. Ona göre taşrada insanın doğaüstü ve doğanın kendisiyle ilişkisi daha insani... Film de bu yönüyle sanki hayatın şifresini verir tadında…[8]

 

Hiçbir dram, köksüz değildir. Tüm tesadüfi buluşmaların rastlantı olmayacağına inanmak ister insan. Sonra onu yalanlarla dolu bir aşka

dönüştürür. Damla Sönmez da, canlandırdığı kitapçı kız rolüyle sevdiği ve kan ağlayan bir adama (Ercan Kesal) âşık olup Akhisar’a gelen bir üniversite öğrencisini canlandırıyor. Bu kasabaya sürgüne gelen adam ise hayatındaki çarpıklığı bir başka çarpıklıkla kapatmaya çalışıyor. Sonuçta yalanlarla da olsa bir şekilde herkes birbirinin acısını kapatıyor işte...

 

Kitapçı kız ile konuşurken arkada gölgelerle anlatılan cinayetler kitapçı kızın aslında bilmediği dramıdır. Babasını kolon kanserinden öldü sanmaktadır oysa…

 

Cemal, bu hayatta samimiyete verdiği önemi Orhan-Ferdi kıyası üzerinden anlatıyor. “Ferdi öyle değil mesela! Belki üç şey biliyor ama o bildiği şeylerden başka bir şeye bulaşmıyor.”[9]

 

Kitapçı kız, sadece daha önce karısı affetsin diye karısına şiir okuyan bir adam görmediği için Cemal’i öpüyor. Öpücükten sonra başlarına -dinsel bir gönderme niteliğinde belki de- gökyüzünden taşlar yağıyor. Tıpkı hayatın ta kendisi gibi…

 

TAŞ

 

Başka bir sahnede Cemal, Yasemin’in halasının oğlunu intihar etmiş olarak bulur. Ölmüş gencin elinde Yasemin’in kolyesi vardır. (Aslında bir başka sır da ölümle ortaya çıkmıştır.) Cemal, eline aldığı bir sopayla intihar etmiş olan ölü adama hınçla vurur. Bu gerçeküstü sahne belki insanın öfkesini ölülerden bile esirgemediğini anlatıyor bize. 

 

suicide

 

En enteresan sahnelerden birisi de filmin sonunda Cemal’in, kitapçı kızın satırla kestiği ellerini kullanarak zamanı durdurduğu sahne. Cemal, kızın kopuk ellerini birbirine deydirerek  zamanı durdurduktan sonra bir tarlaya gidip havada durmuş olan ve içinde Yasemin’in olduğu uçağın altına gidiyor ve Yasemin’e haykırıyor. Senarist (yada Cemal), filmin sonunu bu sayede ahlaki bir biçimde bağlıyor.

 

“Ben seni hiç haketmiyorum ama kimler ne hakkediyor ki!”

 

Çözüm mü ne? Cemal’e göre “Bizim derdimiz daha büyük. Öyle tanrıçayla manrıçayla geçecek gibi değil… Başka bir şey lazım bize… Daha önce hiç bilmediğimiz bir şey…”

 

Sen Aydınlatırsın Geceyi, önce herşeyi açık açık söylediği için hoşumuza gidiyor, daha sonra da bu bildiğimiz tüm açıklık izleyeni içten içe rahatsız ediyor. Çünkü bu hayatta bildiğimiz ve bizi bekleyen yolları görerek yaşıyoruz.

 

Yada “Senin yüzünden kendime ait bir dünya yarattım. O dünyama da girmeye kalkma!”

 

Volkan Durmaz twitter: @alpzekiheper



[3] “İnsan Endişeden Yaratılmıştır” http://www.sadibey.com/2013/10/28/insan-endiseden-yaratilmistir/

[4] Onur Ünlü Röportajı, Radikal Gazetesi, 16.6.2012. http://www.radikal.com.tr/radikal.aspx?atype=haberyazdir&articleid=1091270

[5]Yönetmen Onur Ünlü, bu sahnede, Ressam MarcChagall’ın New York Modern Art Museum’daki “LoveAboveTown-Kasabanın Üstünde Aşk” isimli tablosundan esinlenmiştir.

[6]Shakespeare’in 28 numaralı sonesindeki bir dizeden (‘whensparklingstarstwire not thougild’sttheeven / yıldızlar kör olduğunda sen aydınlatırsın geceyi)http://www.shakespeares-sonnets.com/sonnet/28 ayrıca Bkz. Cevat Çapan’ın çevirisini yaptığı William Shakespeare’in sonelerinden oluşan “Sen Aydınlatırsın Geceyi” isimli kitap, http://www.idefix.com/kitap/sen-aydinlatirsin-geceyi-william-shakespeare/tanim.asp?sid=KXQOFWWP3A7AJS5CAFGJ [7] Bkz. aynı dipnot; “Shakespeare’in 28 numaralı…” [8] Onur Ünlü ile Röportaj, Ş. Aydemir, 16.6.2012, Radikal Gazetesi.

[9] Senarist, ferdi Tayfur’un Orhan Gencebay gibi bilmediği konulara bulaşmadığını belirtirken, bana öyle geliyor ki Gencebay’ın iktidar tarafından “Akil İnsan” olarak belirlenmesini eleştirmektedir ve bunu samimi bulmaktadır.