MUHAMMED-KAPAK

 

  Cephede kaybettiği savaşı zihinlerde kültür savaşıyla kazanmak. 

 “Muhammed” filmini çekmeden önce araştırmak için

Mekke ve Medine’ye gittiğimde Hz. Muhammed’in huzuruna

gidip dua ettim ve bu filmi çekerken bu yolda bana ilham vermesini diledim.”

Majid Majidi

 

 

 

 

'Serçelerin Şarkısı', 'Cennetin Çocukları', 'Cennetin Rengi ve 'Baran' gibi filmlere imza atmış, uluslararası çapta tanınan İran’lı Yönetmen Majid Majidi’nin, Hz. Muhammed’in doğumu ve çocukluğunun 12 yaşına kadar olan ilk yıllarını anlatan “Hz. Muhammed: Allah’ın Elçisi” filmi henüz vizyona girmeden büyük tartışmalara ve eleştirilere sebep oldu…

 

 

FOTO AFİŞ MUHAMMED

 

Hz. Muhammed’in hayatını ve İslam'ın doğuşunu konu alan kaliteli film sayısı maalesef çok az... Majidi'nin neredeyse bütün filmlerini izlemiş ve kendisini seven bir sinefil olarak bu filmi merakla bekliyordum...

 

Ve yönetmenin geçmişteki çalışmalarına güvendiğimden, propagandaya dalıp sinemayı es geçmeyeceğini biliyordum.

 

Majidi’nin filmi, en başta İran’ın dini lideri Ayetullah Hamaney’in desteğini aldı. Hamaney 2012 yılında film setini ziyaret ederek filme olan desteğini göstermiş. Hz. Muhammed’in hayatı hakkında bir film yapma cesareti üzerine bir de film setine olan bu ziyaret, yönetmenin omuzlarına binen sorumluluğu ve çalışmasındaki titizliği daha da attırmış olsa gerek...

 

Majidi ayrıca çalışmasında Oscar ödüllü birçok ismi kadroya dahil etmeyi de başarmış. Bu isimler arasında Oscar ödüllü Amerikalı özel efekt uzmanı Scott E. Anderson, 3 Oscarlı –ki bunlardan ikisi Apocalypse Now ile Son İmparator filmleri de bulunuyor- İtalyan görüntü yönetmeni Vittorio Storaro ve gene dünyaca ünlü Hint müzik yapımcısı Allah-Rakha Rahman da bulunuyor.

 

MAJIDI

 

Majidi filmini çekmeden önce Müslüman coğrafyasına ilişkin hassasiyet açısından, henüz senaryo aşamasındayken tüm Müslüman ülkelerle olduğu gibi Türk Diyanet İşleri Başkanlığı ile de temasa geçmiş. Diyanet, senaryoya dair düşüncelerini paylaşmış ve Majidi’nin bu tespit ve değerlendirmeleri kısmen dikkate aldığını açıklamış.[1] Elbette yönetmenin kendi filmini oluştururken her öneriyi yerine getirmesi mümkün değil; ama bu hassasiyeti gözetmesi bile takdire şayan…

 

Majid Majidi, 2012’de Türkiye’de bir davette, bu projesini anlatırken “Peygamberimiz günümüzde yaşasaydı dinimizi anlatmak için mutlaka sinemayı kullanırdı” gibi kimine göre radikal bir açıklamada bulunmuş. Gelin görün ki bu söylem bile kimileri için ne kadar rahatsız edici…

 

Gerçekten de sinema artık bu kadar önemli ve bu önemi kavrayan yegâne ülkelerin başında hiç kuşkusuz ABD ve İran geliyor...

 

İRAN SOKAKLARI

 

Bir kaynağa göre dünya sinemasında Hz. Musa'yı anlatan 250, Hz. İsa'yı anlatan 120 civarında film çekildiği varsayılıyor. Hz. İsa ve diğer peygamberleri anlatan yüzlerce film varken İslam dinini ve Hz. Muhammed’i anlatan film sayısı ise bir elin parmaklarını geçmiyor. Çoğumuzun aklına Antony Quinn’li “Çağrı” dan başka bir film de gelmiyor…

 

Majidi’nin 40 milyon dolarlık bütçeyle 7 yılda tamamladığı film, İran tarihinin en yüksek bütçeli filmi olarak kabul ediliyor. Bu sebeple göz dolduran kalabalık bir kadro ve ciddi emek sarf edilerek çekilmiş filme bir de Majid Majidi ismi eklenince dolayısıyla beklenti de yüksek oluyor…

 

Kendi adıma bir filmin başarısını, iyi bir film olup olmadığını değerlendirdiğim kriterlerim oldukça basit... Bu film beni içine, o yarattığı sihirli dünyaya çekiyor mu? Bir izleyici olarak filmin içinde kayboluyor muyum? Evet… Sinematografik açıdan gerek görselleriyle gerekse müzikleriyle film beni aldı götürdü. Müzikleri en beklenmedik zamanda içime doldu, içimde bir nehir oldu aktı, taştı…

 

Film, temelinde savaşlardan ve acılardan çok Hz. Muhammedin doğumundan 12 yaşına kadar olan çocukluk dönemini kapsıyor ve onun gelişini müjdeleyen mucizelere yer veriyor. Üç saat süren filmin neredeyse ilk 2 saati Hz. Muhammed’in doğumunu konu alıyor. Son bir saat ise 12 yaşına kadarki hayatını...

 

Filmin tamamına yakınında İslamiyet öncesi anlatıldığı için İslami ögeler zaten pek yok…

 

Kız bebeklerini gömen bir kavmin ortasında bir dünyada buluyoruz kendimizi…

 

Beklenen kurtarıcının işaretlerinin belirmesi, bir peygamberin ayak seslerinin insancıllığıyla, yardımseverliğiyle ve güvenilirliğiyle duyulmasının ardından inananların heyecanı ile putperestlerin endişesinin ve bu farklı duyguların yarattığı karmaşanın muhteşem bir şekilde görselleştirilmesine şahitlik ediyor, Hz. Muhammed’in doğumuyla ve sonrasında mucizeler veya işaretlere tanık oluyoruz.

 

Duygusal yoğunluğumuzu arttıran ve adeta cennetten bir köşe olan elma bahçesi ve balıklı sahne gibi onun bulunduğu her yerde bereket artıyor. Tasvir edildiği sahneler muazzam ötesi...

 

BALIK MUCİZESİ

 

Âmine ve Peygamber'in süt annesi Halime'nin birlikte görüldüğü, bebek Muhammed'in Halime'den ilk kez süt emdiği sahneler kalplere dokunuyor…

 

Ebrehe ordusu ve ebabil kuşlarının yer aldığı sahnelerin etkileyiciliği ise tarifsiz… Ya kuşların Kâbe'nin etrafında döndüğü, Abdülmuttalib'in olanları hayretle izlediği o sahne...

 

Peygamberimizin dedesi Ebu Muttalip ve amcası Ebu Talip’in himayesinde büyürken, gelecekteki mucizelerinin izlerini de görüyoruz.

 

ELMA

 

Filmdeki Muhammed’i sinemada eşine pek rastlamadığımız bir peygamber profili olarak yorumlayabiliriz. Peygamberin doğumundan önceki olaylara bakması, o günkü Mekke’nin portresini çizmesi, Muhammed’in bebeklik ve çocukluk yıllarını mercek altına alması filmi klasik bir peygamber biyografisi olarak değerlendirmemizi engelliyor.

 

Hz. peygamber elbette tüm insanlardan üstün fakat o, insanüstü bir varlık da değildi. Majidi, bu hassas ve ince çizgiyi çizerken, Muhammed’in bu yönünü ön plana çıkarmak istemiş ve çok da güzel yansıtmış. Muhammed’i meyve toplayan, çobanlık yapan, diğer çocuklara hurma dağıtan, annesine ve sütannesine, amcasına, dedesine ve muhatap olduğu herkese sevgisini gösteren bir çocuk olarak izliyoruz.

 

AMİNE

 

Zaman zaman filmde Arap kabilelerinin o dönemdeki sosyal ve yönetimsel ilişkilerine ve aile bağlarına da tanık oluyoruz.

Bir sahnede Habeşistan komutanı ile Abdulmuttalip arasında geçen diyalogda Habeşistan komutanı, büyük paralar harcayarak bir mabet inşa ettiklerini, duvarlarını altın ile kapladıklarını, sadece bir duvarında bulunan altınların tüm Mekke'yi satın alabileceğini, ancak gene de insanların Kâbe'yi kutsal sayıp, geldiklerini söylüyor. Bunun üzerine Abdulmuttalip, “benim tek bildiğim Kâbe'nin duvarlarının taştan olduğudur” şeklinde manidar bir cevap veriyor. (Bu manidar cevapla, günümüzde peygamberimizin sakal-ı şerifinin dünyanın dört bir yanına yayılmasını ve hemen her camide bulunup kutsal günlerde görücüye çıkmasını aklımıza getirmeden edemiyorum.)

 

Filmde Majidi, ayrıca Kuran’daki bazı ayetlerin nasıl çıktığını da kendine has tarzıyla aktarıyor.

 

YARADAN

 

Bunun yanında birçok sahnede, Hz. Muhammed’in kadınlara verdiği değeri görme imkânımız da oluyor.

 

 

Bir baba, eşini döverek ''yine kız doğurdun, zaten anca bu işe yararsın'' derken bir yandan da yeni doğmuş kız bebeğini gömmeye hazırlanıyor. O sırada annesi yalvarıyor fakat baba ısrarla kız bebeği gömmek istiyor. Tam o sırada Muhammed yanlarına gidiyor ve kızı o mezardan alıp sevmeye başlıyor. Bunu gören baba yanına gidince de adama kötü birşey söylemek ya da yapmak yerine “ne güzel bir kızın var, gözlerine bak, aynı sen... Büyüt ve yetiştir ki bu güzel gözlerinin benzeyeceği çocuklar getirsin sana'' diyor.

 

Kız çocuğunu öldürmek üzere olan bir adamın o minik gözlere bakarken geçirdiği değişim o an kalplerimizi eritiyor...

 

ATLAR

 

Film, Müslümanlığın diğer dinlerden farklı olarak ezilen insanların, fakirlerin ve mağdurların dini olduğunu bize bir kez daha hatırlatıyor.

 

 

Ya bir papazın, Muhammed’le konuşup, onun peygamberliğini sorgularken “yaradanı nerede bulursun” diye sorması ve Muhammed’in ise “kırık kalplerde bulurum” şeklinde cevap vermesi...

 

Ve bunun gibi nice sahne…

 

Majidi, filminde Ümeyyeoğulları’na da (Emeviler) deyinmiş. Birkaç sahnede bu aile/kabileye karşı çok net tavır koyulduğunu görüyoruz. Ebu Leheb ile onun Emeviler'e mensup eşi Cemile arasındaki şöyle bir diyalog geçiyor:

 

Cemile: Ben Ümeyyeoğulları ile Haşimoğulları arasındaki savaşın bitmesi için kurban seçildim. (barış için yapılan evlilikten bahsediyor.)

 

Ebu Leheb: Bu barış için kurban sensen, Ümeyyeoğulları ile Haşimoğulları'nın savaşı bitmeyecek demektir!

 

Filmde ayrıca Ümmü Cemile'nin dünya menfaatine, mevki makama karşı olan zaafı ile hırsı da özellikle vurgulanarak Emevi soyuna eleştirel bir bakış aktarılmış (ama filme eleştiri getirenler nedense bundan bahsetmiyor!).

 

Eleştirilere değinecek olursak; Majidi’nin filmi, sinematografik yapısından ziyade daha çok şu sebeplerden eleştirildi: “Hz. Muhammed’in bir filmde canlandırılıyor olması”, canlandırılacaksa da “hangi bakış açısıyla (yada mezhep bakışıyla) canlandırıldığı”, “filmde olmaması gereken unsurlar” ve “olması gerekirken yer verilmeyen unsurlar”…

 

Kimi İslamcılar, “bedeni göründü” “eli göründü”, “Şii kaynaklara göre yapılmış” diyerek muhalefet olmanın tek ve en doğru olduğu sanrısıyla eleştirel yönde hareket ediyorlar.

 

Hele kimilerine göre bunların hepsi batılılar tarafından İslam’ı yıkmak için gerçekleştirilen sinsi bir planın küçük parçaları! Bu tür eleştiri biçimi, eleştiriden daha çok baktığı her meselede bir haçlı saldırısı görmenin hazzından kendini alamayanların bakışı olarak yorumlanabilir.

 

KABİLELER

 

Majidi’nin filmine yönelik eleştirilerin önemli bir kısmı akıldan ve insaftan yoksun… Bu eleştiriler daha çok yönetmenin İran’lı olmasından dolayı mezhepsel bir temel üzerinden yürüyor.  Dolayısıyla bu zümre bunun “alt tarafı bir film” olduğu gerçeğinden uzaklaşıp eleştirirken acımasızlaşıyor, çirkinleşiyorlar…

 

 

Oysa Majidi, filmini çekme amacı olarak ‘dünyada Hz. Muhammed’e karşı yapılan karikatürler ve terörle İslamofobi’yi körükleyen propagandalara karşı, doğru olan Hz. Muhammed’i ve İslam’ı anlatmak için çektiğini, hatta tek bu filmin yeterli olmayacağını ve İslam’ın adil ve merhametli yüzünü anlatabilmek için başka filmlerin de çekilmesinin şart olduğunu’ söylüyor.

 

Gelin görün ki Mısır ve Suudi Arabistan daha filmi izlemeden ‘haram’ ilan ettiler.[2] Ne acı ki Majidi, ilk tepkiyi Müslüman coğrafyasından görüyor!

 

İnsan böyle olunca sormadan edemiyor! Kendilerine gelince ‘insan inançlarına saygılı davranmalısın!’ söylemiyle konuşup İslamiyet'e gelince nereden söveceğini şaşıran ahmak güruhundan ne farkınız kaldı! Düşmana gerek yok. Yeterince Müslümanımız var!

 

Filmde Hz. Ömer yokmuş! Hz. Ebubekir yokmuş! İran’lılar Hz. Ömer’i sevmezmiş! Nasıl olur da sevmezmiş! Bu film Şii bakış açısıyla yapılmış! Şii propagandası yapılıyormuş! İran sinemasından çıkan bir filmin nasıl Türk (yada Sünni) bakış açısıyla yapılmasını bekliyorlar acaba!

 

Oysa Hz. Muhammed çocukken Hz. Ömer henüz hayatta değilmiş… Hz. Ebubekir ise onun yaşıtıymış.

 

İşin daha da ilginç ve komik olanı ise Majidi’nin, kendi ülkesinde de Sünnilere çok taviz verdi diye eleştirilmiş olması!

 

Filmi izleyenlerden biri olan İslam hukukçusu Prof. Dr. Hayrettin Karaman ‘Yönetmen’in ‘Muhammed’ filmini çekerken gayet hassas davrandığını, Hz. Muhammed’in çocukluğunu anlattığı halde yüzünü göstermediğini, sadece arka profilden çekim yaptığını ve filmde fıkhi açıdan hiçbir sakınca olmadığını, aksine öğretici ve faydalı bir film olduğunu’ belirtiyor.

 

Sinema eleştirmenlerinin, muhafazakâr kesimden farklı olarak filmi, gerek konu olarak gerekse sinematografik açıdan Mustafa Akkad’ın “Çağrı” filmi ile kıyaslamakla yetinmesini anlayabiliriz.

 

Fakat filmi eleştirel yaklaşan İslamcılarımızın neredeyse tamamı sinemadan çok anlıyorlar olsa gerek! filmi eleştirirken “Çağrı” filmiyle kıyastan imtina etmiyorlar.

 

Kendi adıma, her iki filmi birbiriyle yarıştırmaktan başarısından ziyade içerikleri ve imkanlarını kıyaslamayı daha doğru buluyorum.

 

İki film arasında konu olarak fark, üçlemenin - ki bu durum izleyicide bir yarıda kalmışlık hissi yaratmıyor- ilk filmi olan ‘Hz. Muhammed: Allah’ın Elçisi’ filminin Peygamberimizin çocukluğuna odaklanıyor olması…

 

Oysa “Çağrı” filmi Müslümanlığın çıkışını ve yayılışını anlatıyor.

 

1976 yapımı Çağrı’yla kıyaslandığında kuşak farkına dikkat etmek gerekiyor. Böyle değerlendirdiğimizde Majidi, teknolojiyi de kullanarak yeni neslin beklentilerini de karşılıyor. Belki bir anlamda Çağrı’nın misyonunu devam ettiriyor. Ayrıca Hz. Muhammed’in yaşamındaki farklı dönemlerinin anlatılmasına rağmen iki filmde de başka bir figürün öne çıkması da kaçınılmaz bir durum…

 

Şaşıracaksınız ama her iki filmin ortak bir yönü var. O da her iki filmin de ilk çıktığında aynı kesim tarafından tepki görmüş olması!

 

Çağrı filmi çıktığında da benzer cenahtan gene benzer tepkileri aldığını, “Sahabiler yerine nasıl gavur oynar” diye tepki gördüğünü ama aynı senaryo ve sahnelerin Müslüman aktör ve aktrislerle yeniden çekildiğinde kimsenin izlemediğini, vaktiyle Mustafa Akkad'a kimsenin destek olmadığını, o çok Müslüman Suudi krallarının ve Arap emirlerinin yönetmene sırt çevirdiğini, filmi çekmekten umudu kesen Akkad’ın sonunda Kaddafi'nin desteğiyle istediği finansa kavuştuğunu biliyor muydunuz?[3] ve [4]

 

Hatta Mustafa Akad Çağrı filmi için yola çıktığında Danışma Kurulu kendisine, “Hz. Peygamberi gösteremezsin! Teklifi bile abes! Ebubekir ve Ömer de olmaz! Keza Osman da olamaz! Ali ise hiç olmaz!” anlamında bir cevap vermiş. Akad, “E peki İslam’ın doğuşunu kiminle anlatacağım” dediğinde filmde görüleceği üzere “Hamza ve Zeyd” cevabını almış!

 

Bu arada Mustafa Akkad'a destek olmayan ülkelerden birisi de Türkiye imiş. Hatta Akkad, Selahaddin Eyyubi filmini çekmek için Büyükçekmece'de plato kurmuş ancak kimse destek olmayınca ABD'ye dönmüş.[5] Peki daha sonra nasıl mı ölmüş? El-Kaide’nin (!) intihar saldırısında...

 

Muhammed filmine dönecek olursak; filmin anlatmaya talip olduğu konunun Majidi’ye yüklediği zorluğu görmezden gelemeyiz.

 

Ya yönetmenin bu zorluğu aşmak için sanatından verdiği ödüne ve maruz kaldığı baskılardan kurtulmak için kendine has meşhur anlatım dilini bulandıran uzlaşı arayışına ne demeli…

 

İslamcılar, filmde İslam dini için çok önemli iki figür olan Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ebubekir’in yer almamasını, Hz. Hamza’ya ise çok az yer verilmesini, bunlara rağmen Hz. Muhammedin amcası Ebu Talip’in –üstelik bir ehli sünnet gibi ölmemesine rağmen (miş)- filmde gerekenden fazla ön plana çıkarıldığı, Muhammed’in bebekliğinde Hıristiyanlıktaki azizler gibi nurlandırılarak gösterildiği, yüzünü göstermese ve sesini vermese de filmde peygamberin cisminin gösterilmesi, bir oyuncunun, bir insanın Muhammed’i oynuyor olması –ki sesi filmde kullanılmıyor; Peygamberimiz konuştuğunda bir sessizlik oluyor ve söyledikleri alt yazılarla veriliyor- ve tüm bunlardan ötürü “Şii propogandası” ile yaftalanması…

 

EBU TALİP

 

Unutmadan, Şii'ler yaptı izlemeyin diyen aynı cahil sürüsü yine İran yapımı Hz. Yusuf dizisini her ramazan kendi kanallarında yayınlayıp durmuyorlar mı! Belki de onu başka İran yapmıştır!

 

Peki, Majidi’nin filmi halkın bu husustaki duyarlılığını hiçe mi sayıyor? Hayır. Aksine Majidi, Çağrı’nın bir adım ötesine gidiyor ama daha da ileri gitmekten imtina ile kaçınıyor. Hemen hemen her sahnede Muhammedi arkadan gösteriyor. Kaldı ki gösterilen kişi müjdelenmiş olsa da henüz bir peygamber değil, bir çocuk.

 

Nitekim filmde saçı, boyu, elleri, giyim tarzı gibi sunulan ayrıntılar bütün literatürde defalarca anlatılan şeyler…

 

Hz. Muhammed’in doğumunda annesinin ona sarılıp mucizevi bir ışık altında resmedildiği sahne, İslamcı cenah tarafından kilise gravürlerine benzetiliyor… Bu sebeple de resmedilen atmosfer, Hz. İsa veya Hz. Musa’yı anlatan filmlerle bir tutuluyor. İşin ilginci, Hz. İsa ve Hz. Musa’nın geçtiği filmlerde de “nurlandırmaya” hiç rastlamıyoruz!

 

İslamcılarımıza göre “Nur” sadece Hıristiyanlara atfedilen bir şey olsa gerek! Oysa Hira mağarasında parmakları arasından sızan güneşe bakan Hz. Peygamber sahnesi ne kadar büyüleyici…

 

NUR

 

Ebu Talip’in “Müslüman gösterildiği” eleştirisi de anlamsız olduğu kadar abartılı ve gereksiz bir söylem... Kaldı ki Ebu Talip filmde, tüm İslam hasımlarını karşısına alarak Hz. Peygambere sahip çıkan, son nefesine kadar onu muhafaza hatta müdafaa eden birisi... Ve Hz. Muhammed’i anlatan üç saatlik filmde neredeyse okyanusta bir damla adeta…

 

“O, o kadar büyüktü ki, bir filme indirgenemez” diye başlanıp sıralanan bu mesnetsiz ve anlamsız eleştiriler tam bir cehalet saçması…

 

Filmde bir sahnede hastanın ellerine dokunarak hastaya şifa olan Muhammed’in “ölüleri dirilttiği” yönündeki eleştiri ise kötü niyet okuyuculuğundan öte bir şey değil…

 

Hafif bilim kurgu tadındaki mucize sahnelerine yönelik eleştirilerin de siyasi maksatlı olduğunu düşünüyorum.

 

Bu bir filmdir ve bir filme, filmi kutsamadan bir film gibi yaklaşmak gerekir. Filmi izlemek her şeyine evet demek anlamına da gelmez. Bu çerçevede film, gerek prodüksiyon kalitesi gerekse şiirsel anlatım bakımından Hollywood seviyesinde… Şiirsel naifliğe sahip olmasının yanında anlatısı ve duruşuyla da modern bir film…

 

KABE

 

Bu eleştiriler bir yönüyle olağan karşılanmalı, çünkü birçok açıdan paramparça olan Müslüman toplumların, hepsine birden seslenmeyi başarmak, tümünün değerlerine, duygularına karşılık gelen tercümenin gerçekleşmesini sağlamak şimdilik günümüz dünyasında mümkün değil.

 

İslam dininin doğuş amacı ile günümüzün Müslüman coğrafyasında yaşanan sorunları değerlendirdiğimizde, insan kendi kendine “ne olmalı iken ne olduk” diyor.

 

Bundan ötürü Majidi’nin filmi, başta Müslüman dünyasına ve diğer dinlere tabi insanlara mesajı ile adeta parıldıyor; günümüz İslam coğrafyalarında yaşanan sıkıntıları değerlendirdiğimizde ise İslamofobi ile mücadele anlamında daha da anlam kazanıyor.

 

Kısacası Muhammed filmi, İslam coğrafyasında üretilmiş en nitelikli örneklerden biri…

 

Müslüman dünyası peygamberin neresinin göründüğünü tartışadurun! Bana göre sevgiyi, şefkati, peygamberin çocukluk yıllarını esas alan bir film çekilmiş…

 

Sinema sanatında Hz. peygamberi anlatım dili, tüm gelenekçi reflekslere rağmen, Mustafa Akad'ın devrimsel adımıyla ve Majid Majidi'nin müthiş yenilikçiliğiyle ciddi bir mesafe kat etti.

 

Bu arada filmin son kısmında izleyiciye mesaj vermek için kullanılan ayetler ‘dinler arası diyalog’ tartışmalarında kullanılan ayetleri içeriyor.

 

Filmin diğer dinlerle bir ortaklık arama çabası kimilerini rahatsız ediyor olabilir. Çünkü günümüz dünyası, ortaklıklardan daha çok farklılıkları ön plana çıkartmayı kendine iş edinmekte...

 

İslam dünyası, belki cephede kaybettiği savaşı sinemanın da katkısıyla zihinlerde kültür savaşıyla kazanacaktır.

 

Hz. Muhammed: Allah’ın Elçisi… Bir film… Teknolojisiyle, konusuyla, çekildiği mekân ve müzikleriyle harikulade...

 

 

 

Yazarın Twitter adresi: @AlpZekiHeper

 

Benzer yazı: “Can, Kamu Diplomasisi Ve Sanat” http://www.magaradergisi.com/component/content/article/69-mansetler/376-can-kamu-ve-sanat

 

 

 

 



[1] Bkz. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın 'Hz. Muhammed: Allah’ın Elçisi' Filmi Hakkında 3 Kasım 2016 tarihli Basın Açıklaması.

[2]Iran film portrays the Prophet Muhammad, drawing criticism” 26 Mart 2015. http://www.arabnews.com/middle-east/news/723351

[5] “Çağrı: İslamiyetin Doğuşu’nun Yönetmeni Mustafa Akkad’a İstanbul Fethi’ni Filmleştirmek İçin Gereken Parayı Vermemiştik” Sadi Çilingir, 5 Mayıs 2013. https://sadibey.com/2013/05/05/cagri-islamiyetin-dogusunun-yonetmeni-mustafa-akkada-istanbul-fethini-filmlestirmek-icin-gereken-parayi-vermemistik/#.WDTAk_mLSyI

Yorum ekle


Güvenlik kodu
Yenile