“Dışarıdan gelen bilgiler, kendi kaygılarımızla,
korkularımızla yoğrulup bambaşka bir gerçekliğin
ortaya çıkmasına neden oluyor.”
Emin Alper
Günümüzde insanlar, sadece "duydukları" şeylere doğruluğunu araştırmadan inanıyor, korkuyor ve kendilerini bu korkuların esiri haline getiriyorlar.
Gittikçe paranoyaklaştığımız yaşantılarımızda; önümüze çizilen yollardan yürümek ve nereye çıkacağını bildiğimiz kapılardan geçmek, sadece bize otoriteler tarafından gösterildiği ve söylendiği kadarına inanmak, sadece şüphe etmemiz için işaret edilenlerden şüphe duymak, aynı çemberin içinde dönüp durmak, o çemberden çıkarsan yaşayamayacağını hissetmek hepimize ne kadar yakın/yabancı ise “Abluka” da bize o kadar yakın ve yabancı…
Paranoya, gerilim, hastalanmış bir toplum ve memleket... Korkutulmuş, zihnine kilit vurulmuş, köleleştirilmiş sıradan insanlar…
Sokaklar bir o derece tedirgin…
Bu saydıklarımın hiçbirine yabancı değilseniz, siz de çoktan abluka altındasınız demektir.
Senaristliğini ve Yönetmenliğini Emin Alper’in üstlendiği “Abluka” filmi, farklı tarzıyla 90’lı yılların bir simülasyonu niteliğinde, oldukça kafa yoran bir film...
Filmin kadrosunda Mehmet Özgür, Berkay Ateş, Tülin Özen, Müfit Kayacan, Ozan Akbaba ve Ahmet Melih Yılmaz yer alıyor.
Filmi sanki bir 'kapı aralığından’ tedirgince izliyoruz. İçerisi karanlık… Bir kapı aralığından baktığımız için bize sunulan 'ablukada’ olup bitene sadece seyirci kalabiliyoruz. Kim haklı, kim haksız bilemiyoruz.
Doğruyu yanlıştan, hayali gerçekten ayırmak bi’ hayli güç.
Herkesi kendi kapı aralığına hapseden bu düzen, bir noktadan sonra herkesin düzeni oluveriyor.
İstanbul büyük bir siyasal karmaşa içindedir. Peş peşe patlamalara sebep olan sol örgütler, kenar mahallelerde yer edinmiş, İstanbul’un soğuk, sisli ve kirli havasını daha da karartmaktadır.
Türkiye'nin bir zamanlar (tahminen 90’lı yıllar) kurtarılmış! bölgeleri olan, günümüzde ise devrimci faaliyetler açısından hâlâ direnişin odağı olan mahalleler… (Emin Alper, İstanbul’un bir zamanlar yaşadığı Hisarüstü Mahallesinden esinlendiğini, filmin de Şahinler Mahallesinde çekildiğini belirtiyor.)
Yüksek gökdelenlerin ve gösterişli hayatların sırt çevirdiği, fabrika bacasından çıkan dumanların kömür dumanına karışıp göğünü boğduğu mahalleler… En ufak bir muhalefetin bile kat'i surette bastırıldığı bu mahallelerde yaşayanları siyasî baskının nasıl eğip büktüğünü, insan psikolojisini nasıl darmaduman ettiğini görüyoruz.
Örgütlerin sebep olduğu olayları çözmeye çalışan polis, failleri yakalamak için önlemlerini her geçen gün arttırmakta... Bu önlemlerden birisi de şartlı tahliyeden devşirilen muhbirler...
20 yıl hapis yattıktan sonra, ihbarcılık yapması şartıyla tahliye olan Kadir de bunlardan birisidir.
İstanbul emniyetinde -terörle mücadele veya istihbaratta- etkili bir isim olan Hamza, şartlı tahliye karşılığında Kadir’e bir iş bulmasında yardımcı olur.
Cezasının bitmesine iki yıl kala muhbirlik yapması şartıyla tahliye edilir ve yıkık dökük bir gecekondu mahallesine yerleşir.
Görevi gereği, bir çöp toplayıcısı gibi çalışarak gecekondu mahallelerinde muhbirlik yapmaya başlar.
Çöplerde bomba yapım malzemeleri olup olmadığını araştırmakta, buna göre polise istihbarat sağlamaktadır.
20 sene hapis yattığı için delilikle cinnet arasında gidip gelen, uyku ile uyanıklık arasında yaşayan, gaipten sesler duyan, yaşanmamış hadiseleri düpedüz uyduran ve gündelik gerçekliğe dair yeni şeyler kurgulayan arızalı bir karakterdir Kadir...
Kimi zaman geceleri varildeki alevlerle aydınlatılmış bitpazarında çöp artığını satmanın telaşındadır.
Filmin bu ve benzeri sahnelerinde içimiz kasvetle dolup taşar…
Kadir’in, görevini bir an evvel gerçekleştirmenin üzerinde yarattığı açık bir baskı dikkatlerden kaçmaz. Belki de bu baskı, onu bir an önce bir senaryo kurmaya yöneltir. O senaryo ile görev edindiği haysiyetsiz işi sorgulamadan üstlenen Kadir, bir de Emniyet Amiri Hamza’ya alay konusu olup daha da aşağılanır. İşini fazlasıyla ciddiye alan Kadir, basit bi muhbirden ziyade kendisini istihbaratta çok kilit bi rolde hisseder bi an. Polis Hamza’nın aşağılamalarıyla duvara toslayacaktır.
Kadir’in daktiloya çekilmiş istihbarat raporlarıyla şöyle dalga geçer Hamza:
- “uydu anteni var evde” bak, bak, bak! Macera devam ediyor! “kömürcü; Urfalı, Arap kökenlidir. Dükkanının önü sürekli kalabalıktır. Bana karşı tavırları düşmancadır.” Bak, bak; İstihbaratçı seviyesine bak! Neler yakalamış?! Kömüre niye bu kadar taktın kadir?! Kömürden bomba yapılıyor da bizim mi haberimiz yok lan?!
Ahmet ise, Kadir’in aynı mahallede yaşayan kardeşi… Belediyede sokak köpeklerinin itlafından sorumlu birimde çalışmakta...
(Bu arada tüfekle köpek öldürme ya da çöpten teröriste erişme gibi pratikler günümüzde yoktur.)
Bir yandan katledip bir yandan gözünden sakındığı sokak köpekleri, bir anlamda çelişkili tutunamadığı hayatı niteliğinde...
Eşi ve çocukları tarafından terk edilen, tek başına olmanın, terk edilmenin sancısını çeken Ahmet, 'ekmek parası için' öldürmek zorunda kaldığı, düşman bellediği köpeklerden bir tanesi dönüp dolaşıp yaralarını sardırmak için de kendisine gelince; sevgiyi, sevilmeyi onda görüyor. O andan sonra köpeği Coni, 'en kıymetlisi' oluyor.
Daha önce ne yaptığını sorgulamaz iken, gözü televizyonda, aslında yaptıklarının nasıl gizlendiğine, 'yanlış' olduğuna çarpıyor. Kapının yerini değiştirerek Coni ve kendisi için evinin içerisinde yeni bir hayat inşa etmeye çalışıyor... Korkuya o kadar hapsoluyor, herkesten o kadar şüpheleniyor ki büyüttüğü korkusu onu esir alıyor; ve gün geliyor, Coni'yi kaybetmekten ve onu 'sahiplendiği' için cezalandırılmaktansa tüfeğini ateşliyor. Ve "bir terörist" oluyor.
Ahmet (hep ama hep karanlık olan) evinde otururken evin zangır zangır titremesi, far ışıklarının odaya yayılması, evin önünden özel hareket kamyonlarının geçmesi ve sadece far ışığında Ahmet’in görüntüsü, filme dair psikolojimizi bir hamur gibi yoğuruyor, filmi rahatsız edici derecede gerçekçi kılıyor.
Fırsatını bulduğu ilk anda ortaya çıkan buhranlı, mutsuz iç dünyası ve onu değiştirmeye yönelik gayretli lâkin yetersiz çabaları (evin kapısını yer değiştirilmesi, köpekle kurduğu yeni hayat vb gibi) karakteri tamamlayan, bizim daha iyi anlamamızı sağlayan başarılı ayrıntılar...
Karısı, çocuklarını da alıp başka bir adama kaçtığı için psikolojisi hepten bozuk olan Ahmet, tüm hayatının intikamını gün be gün alırcasına kendisine verilen o aşağılık rolü üstlenmiştir. Köpek öldürmek…
Daha sonra görüyoruz ki, hayvan öldüren birinin öldürdüğü hayvan ile kurduğu diyalog, bir anlamda günahlarıyla yüzleşmek, barışmak gibi…
Bir sahnede Ahmet'in belediye görevlisi Vahap’la olan ilişkisi ise filmde başka bir kırılma noktası… Vahap'ın onu odaya aldığı, sayıp sövdüğü, ezdiği sahnede ciddi bir sarsıntı geçiriyor Ahmet... O sarsıntıdan sonra suçluluk duygusunun daha da arttığını ve köpeği korumak için daha yoğun bir çabaya girdiğini görüyoruz.
Kadir’in görevine dönecek olursak, Kadir’in yakın bir abi-kardeş ilişkisi kurmak için çabalarını karşılıksız bırakan Ahmet’in bu mesafeli tutumu, Kadir’i çeşitli şüpheler ve komplo teorileri üretmeye yöneltir.
Ya aslında herkesin gizli bir “kimlik” taşıyor olduğu gerçeği; dışarıya karşı başka başka suretler, roller, ezberler içindeyken, aslında kendi evinde, kendi hücresinde, kendi içinde bambaşka birini yaşatmaya çalışıyor olması izleyiciye ne kadar yabancı?
Kimse kimseye güvenmiyor. Ahmet, ağabeyine sır veremiyor; Kadir Ahmet'e açıkça “Meral'la aranızda bir şey mi var” diye soramıyor bile... Kimse hiçbir şey 'bilmiyor' sadece kendi kapı aralığından 'duydukları' ile resmin bütününü kendi korkuları ile kurgulayıp sonra orada kendi mezarlarını kazıyorlar.
Ahmet’in yaptığı işe yabancılaşıp kendini eve hapsettiği sahneler, bir anlamda Kadir’in –ise- fazlasıyla ciddiye aldığı ve işinde başarısız olduğu sahnelere denk düşüyor.
Kadir’in ve Ahmet’in dünyasına hapsolan kamera, onlar ne kadar biliyorsa bize de o kadarını gösteriyor. İzledikçe yaralanıyoruz. Zihnimizde yaralar açılıyor.
Sonra fark ediyoruz ki insanların sadece mahalleleri ablukada değil zihinleri de ablukada…
Buna bir örnek de şu:
Filmin fonunda sıklıkla gördüğümüz açık televizyon ekranı üzerinden, iktidar mekanizmasının medya aracılığıyla aktardığı manipüle edilmiş bilgilerin, filmdeki karakterlerin olaylara bakışını nasıl şekillendirdiğini gösteriyor. Örneğin Ahmet’in sokak köpeklerini öldürdüğünü gözlerimizle görmemize rağmen, belediye görevlisi televizyona verdiği röportajda “köpeklerin öldürülmediğini, yakalanıp sığınaklara teslim edildiğini” anlatıyor. Dışarıda yaşananlarla TV’de gördükleri arasındaki tezat, yani asıl gerçekle, üretilmiş gerçeklik arasındaki fark, Ahmet’in algısını altüst eden en büyük etmenlerden biri.
Bu yönüyle film bir anlamda dezenformasyonla ve yalanlarla şekil verilmeye çalışılan bir toplumun ruh hâlini gözler önüne seriyor. Manipüle edilmiş bir dünya…
Cezaevinden çıkan abinin doğru-yanlış arasındaki o dengesiz ahlaki tutumu, eksik kalmış bir hayatın içinde kendini ispat etme ve yeniden hayata tutunma çabaları, akabinde bu çabaların üstüne koymaya çalıştığı vicdana dayanan zoraki ve havada kalan bir abi-kardeş ilişkisi…
Bu arada on yıldır kendisinden haber alınamayan bir üçüncü kardeşi unutmamak gerekiyor. Trajediler silsilesinin birbirlerinden uzaklaştırıp yabancılaştırdığı üç karakter... Bu yitik kuşağın bireyleri 20 sene sonra yeniden karşılaşmalarına rağmen ikili birbirlerine hayli soğuk davranıyorlar. Özellikle Ahmet, ağabeyi var mı yok mu, umurunda bile değil... Karısı tarafından terk edildiği için bunalıma, kendi ablukasına gömülmüş bir halde intiharın eşiğinde.
(Ahmet'in Kadir'i neden hapishanede ziyaret etmediği, ya da Kadir'in hangi suçtan ceza aldığı birer soru işareti)
Meral’e gelince; solcu, tahrik edici ve baştan çıkarıcı, akıl çelici bir karakter olan Meral, birlikte olduğu bir sevgilisi olduğu halde herkese sıcak! ve arkadaşça davranıyor. Arada gözüküp erkeklerin aklını alıyor. Bir nevi kısmi ve meşru kevaşelik...
Fakir kültür bireylerinin hikayesi gibi başlayan film, en sonunda gerçeküstü bir hikayeye dönüşüyor.
Meral’i çuvalın içine saklandığını gördüğümüz Kadir, mahallenin dışına çıkınca Meral’in çuvalda olmadığını fark ediyor. Bir kısmının hayal olduğunu yavaş yavaş anlayacağımız bu ve benzeri sahneler, hayalden gerçekliğe doğru uzanan tek bir akış hâlinde sunuluyor.
Gerçek ile hayal arasındaki ince çizgide giden bir hayat mücadelesi…
Kadir’in paranoyaları ve gerçekler arasında gidip gelen hikaye, egemenler için hiç bir kıymeti olmayan ve bundan sonra da olmayacak bu küçük insanların imha edilmesi ile son bulur.
İstanbul’un kasvetli havası, çarpık kentleşmenin keskin görüntüsünü sunan gecekondu mahallesi, yoksul insanlar, kireç evler, çarpık yokuşlar, mahalle bakkalları, çöp toplayan insanları ve tüm bunların yanı başında milyonlarca liralık gökdelenler.
Bu eşitsizlik ortamında güçsüzlüğe mahkum edilmiş bu küçücük insanlar, rakipsiz olan tüm bu zenginliğin, gücün karşısındaki yegane tehdit olarak rahatsız ediyor, kontrol edilmesi gerekiyor. Sistem sorunun kaynağı olan kendisiyle yüzleşmek yerine, kendisine düşman yaratıyor, kendi yarattığı düşmanla boğuşuyor. Devlet saldırganlığı her tarafı sarmış, insanlar egemenlerin köleleri haline gelmiş, tüm bu adaletsizliği sorgulamaktan uzak… Bu mağdur insanların sadace mahalleleri ablukada değil zihinleri de ablukada…
Aslında bütün bunlar Kadir’in (Mehmet Özgür) Ahmet’in (Berkay Ateş) sağlıksız ruh halini açıklıyor.
Film boyunca çimentosu paranoya olmuş ilişkilere şahitlik ediyor, bomba ve silahla iyice geriliyoruz. Tıpkı günümüzdeki gibi…
Yıllardır görüşmeyen, birbirine yabancılaşmış̧ iki kardeş̧… Şehrin çeperlerine fırlatılmış̧, bir nevi toplumdan tükürülmüş̧, kimliksiz bırakılmış̧…
Polis, çağın tüm şiddet teknolojisiyle kuşatmış, yetmemiş olacak ki gecekondularda özel üs kurmuş, o da yetmemiş, sivil ajanlar salınmış, çöplerde suç arayan acziyet tüm gücüne, görkemine rağmen otoritesini kuramamış. Bundan dolayıdır ki gözü dönmüş, uygulayacağı şiddetin sınırı yok, tüm sorunların kaynağı olduğunu biliyor, bundandır ki öfkenin kendisine yöneleceğinin farkında, ayrıcalığını kaybetmenin korkusunda, telaşında her şeyi, her tarafı kontrol altına almak zorunda hissediyor ve hastalıklı, paranoyak bir zihniyet.
Belki de sırf sistem yürüsün, daha da güçlensin diye…
Sistem kenar mahallelerinde tehdit ihtimali gördüğü insanları arıyor, buluyor, yakalıyor, yakıyor, kardeş ise yabancılaştırıyor, birbirine düşman ediyor, köpek ise itlaf ediyor…
Sorunun kaynağı olan ‘kendisiyle’ yüzleşmek yerine, kendisine düşman yaratıyor, kendi yarattığı düşmanla boğuşuyor.
Devletin teröre ve teröristlere bakış açısının, belediyenin köpeklere bakış açısına benzetilmesi de filmin en güçlü mesaj kaygılı metaforu olsa gerek…
Dışarıda “başıboş ve sahipsiz” isen, tehditsin, suçlu veya suçsuz olman, can taşıman, neye, kime hizmet ettiğin fark etmez. Benim bölgemde veya ülkemde isen, başıboş kalmazsın. Kalırsan yaşaman olanaksız. Köpeğin ölümü aslında senin ve benim simgesel ölümümüz…
Hem hatırlayalım; Ahmet kamyonla gezerken yolda gördüğü her köpeği kimseye zararı var mı yok mu sorgulamadan vurma emri almıştır; zaten böyle bir değerlendirmenin yapılması da imkansızdır. Önemli olan belediye sınırlarının köpeklerden temizlenmesidir. Sonra belediye başkanı da pişkin pişkin köpeklerin "Avrupa standartlarında uyuşturulup barınaklara götürüldüğünü" söyler ekranlardan...
Aynı şekilde kimin terörist, kimin masum olduğu da devletin umurunda değildir. Önemli olan o mahallenin arkasındaki gökdelenlerin kendini güvende hissetmesidir!
Bir sahnede köpeğin ölüp ölmediği kestirilememiş, zaten de önemsenmemiştir. Gün gelecek, tıpkı köpek olayı gibi Ahmet öldükten sonra da örgütle bağlantısı olup olmadığı irdelenmeyecek, televizyonlara göre 1 terörist daha ölü ele geçirilmiş olacaktır!
Bir başka metafor ise tıpkı mahalledeki, devletin dahi haberinin olmadığı kaçak meyhanedeki kafası bulanık sarhoşların basit bir alegori olması gibi Kadir ve Ahmet'in de kafası sürekli bulanıktır. Dünya çelişkilerle dolu ve hiçbir şeyin anlamı net veya kesin değildir. Eğer o mahalleyi Türkiye'nin bir mikrokozmosu mahiyetinde düşünürseniz film daha da zenginleşecektir (film bu yönüyle Sarmaşık filmiyle benzer nitelikte. Ancak yönetmenin mahalle ile Türkiye’yi, filmdeki örgüt ile herhangi bir sol örgütü kastetmediğini vurguladığını da belirtmek gerekiyor. Kendi ifadesiyle gerçekle hayal arasında buhranlı bir dünya yaratıp, filme dönüştürmüş. Hatta benzetme yapmadığı için sol kesimden eleştiriler de almış).
Çöplerin yakılması, köpeklerin katledilmesi, muhbir toplumu tüm bunlar sosyolojik açıdan incelendiğinde ülke geneli için alegorik anlamlar kazanabilir.
Çekim, sesler, ışık, doğal oyunculuklar, hikaye, atmosfer, sertlik, hayal ve gerçeğin birbirine karıştığı sıkıcı, insanı rahatsız eden boğucu bir kuşatılmışlık duygusu ile filmin içindesiniz…
Dışarıda olmanıza karar verdiğinizde ise konumunuzdan habersiz…
Hiç görünmeyen bir örgütü en azılı düşman belleyen paranoya ve çöp koklayarak bomba malzemesi aratan komplo teorileri... Gerçek ile hayal arasında gidip gelen incecik bir çizgi...
Düşman mahallenin içinde bir yerlerde ama nerede? Bir Kadir, Ahmet, Meral ve polis devleti hikayesi olan Abluka oldukça başarılı...
Yazarın twitter adresi: @AlpZekiHeper