BİR REKLAM

.

“Bütün dünyayı dolaşmaya ne hacet!“

 

NOT: Metnin videosunu aşağıdaki linkten izleyebilirsiniz:

https://www.youtube.com/watch?v=2IroU99Z33M&t=2s

 

“Bütün dünyayı dolaşmaya ne hacet!“ diyor Namık Kemal, “İnsan, yalnız Londra’yı araştıran bir gözle seyretse, göreceği eşi bulunmaz güzellikler, akla üzüntüden şaşkınlık getirir… Yeryüzünde medeniyet eserlerinin fotoğrafla resmi alınmış olsa, günümüz medeniyetini ancak Londra kadar belirgin olarak gösterebilir.” Ve bu özelliğinden ötürü, gelişmişlik ve medeniyeti anlatırken Londra’yı seçtiğini belirtir yazarımız. Alman şairi Heine’in “Sakın bir şair gönder-meyin” dediği Londra, Namık Kemal için mükemmel bir şehirdir. Erkekleri beyefendi, nazik ve kibardırlar. Mahkeme hâkimleri, en azılı katile bile “efendi” diye hitap eder. Yazarın izlenimlerine göre, ortaokul çocukları 3-4 dil bilir Londra’da, parka giden çocukların bile ellerinde gazete vardır. Müzelerine, kütüphanelerine bayılır Londra’nın. Kütüphaneler, her yaştan bolca insanın bulunduğu okuyucularla doludur. Saatte 200 bin baskı yapan matbaa makinelerini hayranlıkla seyreder. Fakat Namık Kemal, günde 13-14 saat karın tokluğuna çalışan çocukları nedense görmek istemez.

 

Namık Kemal, bu satırları yazdığında, yıl 1868’dir. Daha erken dönemde, 1827’de Londra’ya giden Alman şairi Heine’in suratını astıran şehir, 40 yıl sonra Namık Kemal’in gözlerini büyüleyecektir. Aynı dönemde, 1862’de Avrupa seyahatine çıkan Dostoyevski de uğrar Londra’ya ve Londra’yı beğenmez. Ona göre, Oliwer Twist’in ve onun gibi binlerce çocuğun, karın tokluğuna vahşice çalıştırıldığı şehirdir Londra. Havası pistir, kömür kokmaktadır. Aç ve perişan İngilizler, sokaklarda kol gezmektedir. İlerleme denilen modern hayat buysa, Dostoyevski, bunu ilerleme olarak kabul etmez. Namık Kemal’in uğramadığı, görmek istemediği, Londra’nın arka sokaklarında gezer Dostoyevski. Bedenlerini satan genç kızlar görür, zevk ve eğlenceden başka şey düşünmeyen gençler. Yoksulluk ve sefalet sokaklara taşmıştır. Namık Kemal’den 20, Dostoyevski’den 26 yıl sonra, 1888’de Londra’ya giden Abdülhak Hamit de, Londra’yı görünce adeta büyülenir. “Buhar içinde uçan melekler şehri” diye bahseder Londra’dan. Namık Kemal’in ve Abdülhak Hamit’in ayıla bayıla bahsettiği yüksek binaların ışıltılı vitrinleri, ne Heine’den, ne de Dostoyevski’den iltifat görmez. Aksine, insanlık adına endişe etmelerine neden olur. Onlara göre, beton duvarların, insan ufkunu kuşattığı soğuk ve donuk, kristal bir hayat filizlenmektedir Londra’da. Ve Henrich Heine şöyle söyler: “Londra’ya sakın bir şair göndermeyin. Her şeyin üstüne sinmiş olan bu yalın ciddiyet, bu muazzam tekdüzelik, bu makineleşmiş devinim, insanların neşeliyken bile duydukları bir can sıkıntısı, kısacası her şeyi çok abartmalı olan bu kent, insanın düş gücünü ezer ve yüreğini parçalar...”