Ne garip! İnsan parçalandı galiba.
Benim Hiçbir Şey Umurumda Değil
Yazan: Ekrem Özdemir
Ne istediğimi biliyorum. Fakat nasıl isteyeceğimi bilmiyorum. Kalbimin haritasını çizemedim. Pusulam yok, öfkeliyim. Kendime ulaşamıyorum.
Ne garip! İnsan parçalandı galiba. Biraz liberal, biraz demokrat, biraz da Müslüman sanki. Bir yanı Zen ustalarının çekiçleri altında örselenirken, bir yanı büyük insanlık idealini konuşuyor. Çağı yakalayamadı bir türlü. Kiliseyle köprüleri atan burjuvanın yeni dini, insanlık adına insandan vazgeçmeyi öneriyor ona. "Hümanizma avrupalı için kaybettiği dinlerin, yıktığı inançların yerini alan bir put... bir aydın hastalığı ama kimse bu izmin hudutlarını çizemiyor." Çocukları gözü önünde asılmış bir anneyi andırıyor halimiz. "Hangi çeşmeden su içsem bulanık / hangi çiçeği koklasam zehirli."
"Upanişad 'Tanrısın' diyor insana, Freud, 'İtsin' diyor. Hangisi haklı?" Yolların en hayırlısı ortayol mu gerçekten? Kurtuluşumuz kalbin günde yetmiş kere değişmesine mi bağlı? "Çağdaş serüvenler adına" neleri sineye çekmedi ki bu toprak! "Çağdaşlaşmak, rezil, karanlık, kaypak bir kavram" diyor Cemil Meriç. "Rezil, çünkü tehlikesiz, masum, tarafsız bir görünüşü var." Yatak odamıza kadar giren bu şempanze ne istiyor bizden? Nasıl seviştiğimi bile gösterdim sana, nedir daha beklediğin? "Hippilik mi, bürokrasi mi, atom bombası imal etme gücü mü? "Olmuyor işte, görmüyor musun? Yıkıcı olmayı beceremiyorum.
"Her şeyi konuşacağım bir insan yok, bulamadım" diyor üstad. Bazı sırlar paylaşılmıyor. Şeriat Hallac'ın boynunu niçin vurdu dersin? Söz sahibine aittir. Alimler üçe bölündü ümmet-i Muhammed için: Ene'l Hakk diyen Mansur suçludur, değildir, hem suçludur hem değildir. "İnsan pekala Tanrılık iddia edebilirdi." diyor Nietzsche, "belden aşağısı olmasaydı" Zavallı insan. Suçumuz kadın ve erkek diye ayrılmak mı? Buddha, uzun süre kadınları dinine kabul etmemiş. Yakın dostu Amenda'nın ısrarı üzerine istemeye istemeye razı olmuş. Ardından eklemiş: "Kadın aramıza girdi. Bu dinin uzun müddet yaşayacağını sanmıyorum." Doğu'nun makustalihi değişmeyecek: Dünya işleri bize göre değil. Asırlardır süren bir hamakat. Ganj nehrinin kenarında Tanrılar üretmekle meşgul Brahman, Kazanova'nın Hint kadınlarını sıradan geçirmesine Ahimsa desturuyla yaklaşıyor. Sahabe uykusuz, yemeksiz, kadınsız yaşamayı marifet zannettiğinde Kâinatın Efendisi gelmiş geçmiş bütün anlayışların ötesinde yeni bir cevapla çıkıyordu karşılarına: "Ben yiyorum, ben uyuyorum, ben kadınla birlikte oluyorum, size ne oluyor. Derhal vazgeçin." 19. yy'a kadar kadını, ağzının kenarlarını sildiği bir peştemalden başka makama lâyık görmeyen Batı, bugün dünyaya eşitlik pazarlıyor. Eric Hoffer naklediyor; "Bir kitle hareketi bir toplumu ele geçirmek istediği zaman önce aileden başlar. İlk yapacağı iş, ailede reisliği tartışmaya açmaktır. Kadına sosyal hayatta tanınan haklar, evdeki düzenin dağılmasına yarar." Gözün aydın. Anayasa, ailede reis tanımıyor artık. Kadın agoraya indi, dönmek bilmiyor. Haklıdır, çünkü erkek çoktandır evi terketmişti. Piyasa namzetli bir fahişenin peşinde geziyor. Evde bulamadığı erkeği piyasada arıyor kadın. "Zamanı ve mekanı dolduran et kokusu." Hakk'ın zahir isminin tecellilerini kadının yüzünde tecelli ederken gören aşığın torunları, iç çamaşırına kadar gâvur yaptığı kadını tanımaya çalışıyor.
Mevlâna, "Sanki yaratılmış değil, yaratıcıdır" diyor kadına. "Hakk, kendi güzelliğinden verdi ona, aşığının gözünden kendi güzelliğini seyretmeyi diledi." Su ve ateş yek diğerine katışmak istemiyor artık. En büyük özgürlüğümüz; yalnızlık. Yani kimsesizlik. Yani her seferinde kafanı duvara küt diye çarpmak. Kümes gibi bir evin bodrum katında yaşanan büyük coşku: Herşey çok güzel olacak. Korkulacak bir tarafı kalmadı insanın. Öyle bir yerdeyim ki, Eric Fromm'un din anlayışıyla Kur'an tefsir ediyorum. Ömer görse beni tekfir edecek, ben de onu meczup ilan edeceğim.
Kaybettiğim bir şey var, bulamıyorum. "Neyi kaybettiğini hatırla" diyor İsmet özel. Izdırabını duyacak gücüm olsun isterdim şair. "Takvim yapraklarının arasını dolduran" şey Muhammed yerine, Keynes'i anlatıyor bana.
Yoruldum ey kalbim! Devam edelim mi?
İpin ucu koptu bir yerde. Başörtülü yarı çıplakları konuşuyor Müslümanlar. Çare yok, elimizdeki kumaş bu. İthal malı cinnet... ilk biz getirdik. "Çağa İslam'ı söyletmek" dedikleri bu olsa gerek. Kalbimizin kirlenecek yeri kaldı mı acaba? Akla karayı seçiyoruz çamur izlerini silmek için. Sen taşı at, kırk kişi bak nasıl atlıyoruz kuyuya. Kime konuşuyorsun sen? Cemil Meriç anlattı da ne oldu? "Kime yazıyorsun bu mektubu? Elinde hiçbir adres yok. Domuzlar kutsal kitaplarla beslenmez." İsmet özel, "Kayığı boşaltın" diyor. Öyleyse niye yazıyorsun? Tevekkeltü teâlallah.
"Bir arabanın beşinci tekeri" olmak için okuyoruz üniversiteyi. Adam başı aynı dert: Fakülte okudum öğrenci olamadım. Sevdim aşık olamadım. Oy verdim iktidar olamadım. İktidar oldum muktedir olamadım. Sosyalleştim, toplumun içine giremedim. İşe girdim tutunamadım. Evlendim yuva kuramadım. Ben yenilmek için mi yaşıyorum? Oğuz Atay bu yüzden mi yerleşiyor Cahit Zarifoğlu rafına? 'Şahane Serseri', hangi yüzle çıkıyor 'Mona Rosa'nın karşısına? "Bir odaya kapanmış, ağlayan aydınlar" dan bahsediyor Yalçın Küçük. Kerim Abdulmacid de bunlardan biri mi yoksa? "Müslümanlar kim olduklarını ve ne istediklerini anlatamadılar Batı'ya." Bu mu benim derdim? Özgürlük alanımı onaylatmak zorunda mıyım? İsmet Özel itiraz ediyor: "Benim amacım, kendi özgürlük alanımı genişletmek. Bunu yaparken senin alanına giriyormuşum. Bu benim meselem değil, onu sen düşün." Mevlâna, Emir Pervane'yi dinleseydi Divan-ı Kebir çıkar mıydı ortaya? "Padişaha kızmışım ben, işte böyle çırılçıplak bir yoksul olmuşum." Dünyada her şey, gözünü Şems-i Tebrizi'yle açıyordu. "Benim hiçbir şey umurumda değil."
Ben imanı bilmem, inkâr etmedim ki! Nihayet küfre yaklaşıyorum galiba. Hakikat batılın içinde gizli. "Küfre yaklaştıkça inancım artıyor" Nedir bu, vahdet-i vücut mu? Ailem, çevrem, dostlarım, hepsi müslümandı benim. Biraz tercüme, biraz felsefe, biraz da devletin diniyle yoğrulmuş vatandaşlar. Şair, "Karnın ısırgan otları gibi aklımda" dediğinde beynimde büyük bir boşluk oluşuyor. Genç bir kızın avuçlarındaki sıcaklığı dahi bilmeyen genç, hangi günahtan dönme hakkına sahiptir? Tevbe etmek sadece aklımdan geçiyor, kalbimden değil. Duanın bir silah olduğunu sadece biliyorum.
Köpeklerin havyarla, insanların nasihatle doyurulduğu bir ülkede, yaşadığı hayattan sorumlu tutulmak, hangi trajedi kahramanının nasibidir? Kelimeler namussuz, kavramlar serseri. Mevlâna'nın gerdek gecesini hümanizma penceresinden seyretmek, hangi dersten kaldığımı göstermek içindir? "Batı'dan izin almadıkça Batı'yı tenkid edemezsiniz" diyordu Cemil Meriç. "Türk insanına bu izni Marks bahşetti."
Kimim ben? İsmet Özel'in "Sen herhangi biri değilsin" dediği kişilerden mi? Nerede yaşıyorum? "Bir yerde bulunuyor olmak orada yaşadığım anlamına gelmez ki!" Herkes yaşadığı hayatı gerçek zannetmekte masumdur. "Sen hakikati söyle. Bırak şerefsiz senden uzaklaşsın."
La havle vela kuvvete illâ billâh.
Benim hiçbir şey umurumda değil.
NOT: Yazarın FENA - MEVLÂNA'DA ÖZGÜRLÜK ANLAYIŞI kitabından alıntıdır.