Mağara 4. Sayı (Ağustos-Eylül 1999)

BİR VARMIŞ BİR DE BAKTIM Kİ YOKMUŞ

 Hacer KARAKUŞ

 

Bir Zamanlar Memleketin Birinde;

 

Dağ başlarında, iyi yürekli eşkıyaların, karanlık çöktüğünde, ateşin başına toplanıp, tünün sararak, birbirlerine anlattıkları bir masal vardı.

 

Karanlık ilerlerken usul usul, başlardı gece kuşlarının şöleni. Kabutlarına sarılırdı iyi yürekli eşkiyalar, yalnızlıklarını biraz daha büyütmek için.

 

İçlerinden birisi dolunaya bakardı ve bir yıldız kayardı gökyüzünden. Ve bir diğeri gözlerini anlatıcının gözlerine dikerdi. Anlat derdi gözleriyle, anlat da içimizden kayanlar tekrar dönsün içimize.

 

Ve anlatıcı yılmadan, yorulmadan, her gece ama her gece, her geceyi sabaha kavuşturana kadar anlatırdı.

 

Ve iyi yürekli eşkıyaların her biri, anlatılan o masala heveslenerek, sevdalanırlardı pınar başındaki bir ceylana. Sevda dediysek, en kasasından, en belasından bir sevdaydı. Çünkü eşkıya yüreği gayrisini kaldırmaz idi. Çünkü asiydi, çünkü boyun eğmezdi. Çünkü o yürek padişah fermanlarını elinin tersiyle itip, dağları mesken eylemiş idi. Çünkü bilirdi, gerçek padişaha giden yolun en kestirmesi dağ başlarında idi...

 

Ve dağ köylerinde, çıraların aydınlattığı tandır başlarında, al yazmalı genç kızlar, iyi yürekli eşkıyalara dair masallar anlatırlardı birbirlerine. Masallar anlatıldıkça aydınlanırdı ece, masallar anlatıldıkça meşalelere dönüşürdü çıralar. Ve genç kızların her biri pervane olurlardı meşalelerin etrafında. Yan yana, geceyi vururlardı sabaha.

 

Gündüz olduğunda ise öylesine saklanılması gereken bir şeydi sevda. Irmak boylarında veyahut da mağaralarda, onun için gizlice ağlanılması gereken bir şey. Rüzgarlarla, iyi yürekli eşkıyalara selam gönderten bir şey:  Ve en önemlisi de al yazmalı genç kızlara, dağ menekşesi rengindeki bir sabrı, vefayı ve mütevekkilliği öğreten bir şey.

 

Çok Zamanlar Memleketin Birinde;

 

Dağ başlarındaki iyi yürekli eşkıyalara ve al yazmalı genç kızlara dair masallar anlatıldı. Gönülden dile, dilden kulağa dolanıp durdu bu masallar. Ve anlatanların ve dinleyenlerin her biri, birer masal kahramanı oldular.

 

Ta ki;

İyi yürekli eşkıyaların ve al yazmalı genç kızların torunları, şehirlere inene kadar.

 

Ta ki;

Dağ başları sahipsiz kalana kadar.

 

Ta ki; modernist belalar, masallara musallat olana kadar.

Gökten Üç Elma Düştü;

Birisi dağ başlarında iyi yürekli eşkıyalara,

Birisi al yazmalı genç kızlara sunuldu.

 

Üçüncüsü mü? Ona, elimi bile süremedim: masallara ihanet edenlerin bedelini, bir ömür sevdasızlıkla ödemek adına...

 

Merhaba,


"Dönen kişi, ayrıldığı şehre tekrar geri gelen kişidir." diyor Mevlana. Yaşadığımız deprem acısıyla ayrıldığı şehre dönenlere Allah'tan rahmet, dönmek üzere yaşayanlara da başsağlığı diliyoruz.

 

Şiir ve şairi iskân ettiğimiz dördüncü sayımız ve yaralarımızın bir an önce sarılması umuduyla karşınızdayız. Hayatı tersinden okuyan kadromuza yeni isimler katıldı. Hür tefekkürün kalesinde hayat damarı, bir şehrin iç sokakları gibi mahrem ve samimi yüzlerle dünyayı dolaşmak olsa gerektir.

 

Yazmak, düşünceni bir şişeye koyup denize atmaksa da, ayak izlerini dalgaların sildiği birinin ufka bakan gözlerle beklediğini bilmek, kaleme cesaret vermeye yeter.

 

Yeni sayılarda buluşmak dileğiyle...

 

 

mağara

 

HÜZÜN ÇÖLÜNDE AYAK İZLERİ

A. Kemal NAFİ

 

Gel neşvesiyle yeniden

nal sesleri atların kişnerken serabında

yorgan serildi çöl böğründeki uykuya.

elleri bahtında çağırdı toprağın anası

şahaptan sesiyle bak dedi kumrusuna

aşkın ve yağmurun gölü durulmaz

toprağın bahşettiği hasretin vahasında.

 

Ölümü kolay esti rüzgar

cebinleri ağartan gece bakışlı feryadına

çünkü demişti ceylan

su içerken ay sofrasında

çölün kadını olmaz böyle bilinsin

firkate mahal yoksa beklediği yollarda.

 

Gücendi utandı toprağın anası

güneşi mızrağıyla tararken

kumları yakan hicranıyla

okşadı saçlarını

bir teki ayrılığa

ki çöl kuru bir ölüm denizidir

bir teli mevlasına

ve çöl en munis hakikattir.

kaç fecr yağdı sonra kimse bilmedi

Kaç akşam kaç grup serinledi.

güneşin çilesi düştü sırtına

Bedevi boynuna gecenin kucağı.

ağustos'ta kuruyan kuyular gibi

çukur deriniyle coştu kabandı çöl

bastıkça gövdesine canın yongası

gördü toprağın anası büyüdü bedeni.

 

Hüznün ırmak uykusu geçince yanından

buldu sonunda yağmura denk düşen

aşka ram olan gölün yatağını.

Koparıp gökyüzü tacını sahranın

giydirdi çöl bir vaha akşamı

bahçesinde mey içen toprağın anasına

saçından bir teli düşünce kadının

şahin duası karıştı savrulan esvabına.

 

Baktılar

gir neşvesile yeniden

Gördüler

çöl kadına ermiştir

Bildiler

hüzün çölünde ayak izleri

toprağın dokuduğu hasret

savrulan esvaplar içinde hitam etmiştir.

HIRÇIN BİR SERENAT

Emir OSMANOĞLU

 

bir kısrak gibi dokun bana

bir mızrak gibi saplan

ne dokunduğu yerde gül bitsin

ne saplanan mızrak habersiz sökün etsin.

 

her dokunuşun miğfer geriyor kafama

ve her dokunuşun kasıklarıma

bilmediğin sancılar salıyor

kısrak gibi kokuların kalıyor yelelerinden

beni yabancılaştırıyor her bakışın

ötemde kim varsa işte onlara...

tanımlaştırıyorsun ne varsa bende

her bakışın biraz daha oyuklar açıyor

gözlerim derinleşiyor ve çukurlaşıyor

yollara düşünüyor her topuk sesinde.

uzaklardan ta asya ortalarından

akdeniz kıyılarından

tenimi dağlayan ateşe sadakatim var

reyonların kadını

güneş altında kızgın kumların

olmamak için yemin et bana.

doğan çaldığım sadakatimi

sen de benden çal

ve yemin et

doğadan daha doğal ol olduğun gibi bak

hollywood karıştırma diken diken saçlarıma.

 

her bakışın biraz daha oyuklar açıyor

çilelerim azıyor örneğin

tüylerim dökülüyor iş vardiyalarında.

steplerde değil şehrin göbeğinde

buharlaştırıyorsun beni

bu halimle yaşayamam anladım.

ya tenimi yüzüp masal kuşlarına verin

ya da ben bir ağacın yaprakların suyla yürüyeyim

mümkünse eğer ganj7a savurun

dumandan ve buhardan arta kalan yanımı

ben böyle yaşayamam çünkü anladım.

ah o hırçın bakışların yok mu

çilelerim azıyor

tüylerim vaktini bulmadan

vebalılar gibi birer birer  kayıyor sırtımdan

 

kısrak gibi dokun bana

mızrak gibi saplan

çilelerimi azdır

ne olursun hırçın bakışlar sapla bedenime

ama ne dokunduğun yerde gül bitsin

ne saplanan mı5zrak habersiz sökün etsin

sadece

kısrak gibi dokun ve geç.

İYİ Kİ....

Hakan Abdülhamid YAVUZ

 

Hayat; ölüme bir eklencedir sadece...

 

I.

 

belli

ıslanacak yağmurlarım var daha

ondandır ki ölüm

şimdi, yalnız

yanaklarımı okşamakta

 

bir uykudan uyanmaktır ölüm

yeniden hatırlamak zamanı

bir zaman

hakikat sanılan rüyayı

 

şükür ki

hala "yaşayanlar" var aramızda

duaları, gözyaşları var

belki ondan

tanrının elleri hep omzumuzda

 

amansız

kör bir kuyudur ölüm

zamansız yutar

soylu soysuz, tüm sonluları

 

II.

 

"bugün dua ettim hepimiz için"

göklü ordular çağırdım imdada

bilirim

onların ağır silahları var

bilirim

onlar kurtarırlar ancak

enkaz altında kalan rüyaları

 

ne hain hırsızdır ki ölüm

bedenleri soyar ruhlarından

 

bugün şükrettim hepimiz için

ne güzel dedim, ayaklarımız var

gözlerimiz, rüyalarımız var

ıslanacak saçlarımız, sırtlarımız var

yıldızlar karışsa da birbirine

yıkılmayan bir göğümüz var

ve yeniden, yeniden şükrettim

iyi ki içimizde

hala "yaşayabilenler" var.