BİR VARMIŞ BİR DE BAKTIM Kİ YOKMUŞ
Hacer KARAKUŞ
Bir Zamanlar Memleketin Birinde;
Dağ başlarında, iyi yürekli eşkıyaların, karanlık çöktüğünde, ateşin başına toplanıp, tünün sararak, birbirlerine anlattıkları bir masal vardı.
Karanlık ilerlerken usul usul, başlardı gece kuşlarının şöleni. Kabutlarına sarılırdı iyi yürekli eşkiyalar, yalnızlıklarını biraz daha büyütmek için.
İçlerinden birisi dolunaya bakardı ve bir yıldız kayardı gökyüzünden. Ve bir diğeri gözlerini anlatıcının gözlerine dikerdi. Anlat derdi gözleriyle, anlat da içimizden kayanlar tekrar dönsün içimize.
Ve anlatıcı yılmadan, yorulmadan, her gece ama her gece, her geceyi sabaha kavuşturana kadar anlatırdı.
Ve iyi yürekli eşkıyaların her biri, anlatılan o masala heveslenerek, sevdalanırlardı pınar başındaki bir ceylana. Sevda dediysek, en kasasından, en belasından bir sevdaydı. Çünkü eşkıya yüreği gayrisini kaldırmaz idi. Çünkü asiydi, çünkü boyun eğmezdi. Çünkü o yürek padişah fermanlarını elinin tersiyle itip, dağları mesken eylemiş idi. Çünkü bilirdi, gerçek padişaha giden yolun en kestirmesi dağ başlarında idi...
Ve dağ köylerinde, çıraların aydınlattığı tandır başlarında, al yazmalı genç kızlar, iyi yürekli eşkıyalara dair masallar anlatırlardı birbirlerine. Masallar anlatıldıkça aydınlanırdı ece, masallar anlatıldıkça meşalelere dönüşürdü çıralar. Ve genç kızların her biri pervane olurlardı meşalelerin etrafında. Yan yana, geceyi vururlardı sabaha.
Gündüz olduğunda ise öylesine saklanılması gereken bir şeydi sevda. Irmak boylarında veyahut da mağaralarda, onun için gizlice ağlanılması gereken bir şey. Rüzgarlarla, iyi yürekli eşkıyalara selam gönderten bir şey: Ve en önemlisi de al yazmalı genç kızlara, dağ menekşesi rengindeki bir sabrı, vefayı ve mütevekkilliği öğreten bir şey.
Çok Zamanlar Memleketin Birinde;
Dağ başlarındaki iyi yürekli eşkıyalara ve al yazmalı genç kızlara dair masallar anlatıldı. Gönülden dile, dilden kulağa dolanıp durdu bu masallar. Ve anlatanların ve dinleyenlerin her biri, birer masal kahramanı oldular.
Ta ki;
İyi yürekli eşkıyaların ve al yazmalı genç kızların torunları, şehirlere inene kadar.
Ta ki;
Dağ başları sahipsiz kalana kadar.
Ta ki; modernist belalar, masallara musallat olana kadar.
Gökten Üç Elma Düştü;
Birisi dağ başlarında iyi yürekli eşkıyalara,
Birisi al yazmalı genç kızlara sunuldu.
Üçüncüsü mü? Ona, elimi bile süremedim: masallara ihanet edenlerin bedelini, bir ömür sevdasızlıkla ödemek adına...
Merhaba,
"Dönen kişi, ayrıldığı şehre tekrar geri gelen kişidir." diyor Mevlana. Yaşadığımız deprem acısıyla ayrıldığı şehre dönenlere Allah'tan rahmet, dönmek üzere yaşayanlara da başsağlığı diliyoruz.
Şiir ve şairi iskân ettiğimiz dördüncü sayımız ve yaralarımızın bir an önce sarılması umuduyla karşınızdayız. Hayatı tersinden okuyan kadromuza yeni isimler katıldı. Hür tefekkürün kalesinde hayat damarı, bir şehrin iç sokakları gibi mahrem ve samimi yüzlerle dünyayı dolaşmak olsa gerektir.
Yazmak, düşünceni bir şişeye koyup denize atmaksa da, ayak izlerini dalgaların sildiği birinin ufka bakan gözlerle beklediğini bilmek, kaleme cesaret vermeye yeter.
Yeni sayılarda buluşmak dileğiyle...
mağara
HÜZÜN ÇÖLÜNDE AYAK İZLERİ
A. Kemal NAFİ
Gel neşvesiyle yeniden
nal sesleri atların kişnerken serabında
yorgan serildi çöl böğründeki uykuya.
elleri bahtında çağırdı toprağın anası
şahaptan sesiyle bak dedi kumrusuna
aşkın ve yağmurun gölü durulmaz
toprağın bahşettiği hasretin vahasında.
Ölümü kolay esti rüzgar
cebinleri ağartan gece bakışlı feryadına
çünkü demişti ceylan
su içerken ay sofrasında
çölün kadını olmaz böyle bilinsin
firkate mahal yoksa beklediği yollarda.
Gücendi utandı toprağın anası
güneşi mızrağıyla tararken
kumları yakan hicranıyla
okşadı saçlarını
bir teki ayrılığa
ki çöl kuru bir ölüm denizidir
bir teli mevlasına
ve çöl en munis hakikattir.
kaç fecr yağdı sonra kimse bilmedi
Kaç akşam kaç grup serinledi.
güneşin çilesi düştü sırtına
Bedevi boynuna gecenin kucağı.
ağustos'ta kuruyan kuyular gibi
çukur deriniyle coştu kabandı çöl
bastıkça gövdesine canın yongası
gördü toprağın anası büyüdü bedeni.
Hüznün ırmak uykusu geçince yanından
buldu sonunda yağmura denk düşen
aşka ram olan gölün yatağını.
Koparıp gökyüzü tacını sahranın
giydirdi çöl bir vaha akşamı
bahçesinde mey içen toprağın anasına
saçından bir teli düşünce kadının
şahin duası karıştı savrulan esvabına.
Baktılar
gir neşvesile yeniden
Gördüler
çöl kadına ermiştir
Bildiler
hüzün çölünde ayak izleri
toprağın dokuduğu hasret
savrulan esvaplar içinde hitam etmiştir.
HIRÇIN BİR SERENAT
Emir OSMANOĞLU
bir kısrak gibi dokun bana
bir mızrak gibi saplan
ne dokunduğu yerde gül bitsin
ne saplanan mızrak habersiz sökün etsin.
her dokunuşun miğfer geriyor kafama
ve her dokunuşun kasıklarıma
bilmediğin sancılar salıyor
kısrak gibi kokuların kalıyor yelelerinden
beni yabancılaştırıyor her bakışın
ötemde kim varsa işte onlara...
tanımlaştırıyorsun ne varsa bende
her bakışın biraz daha oyuklar açıyor
gözlerim derinleşiyor ve çukurlaşıyor
yollara düşünüyor her topuk sesinde.
uzaklardan ta asya ortalarından
akdeniz kıyılarından
tenimi dağlayan ateşe sadakatim var
reyonların kadını
güneş altında kızgın kumların
olmamak için yemin et bana.
doğan çaldığım sadakatimi
sen de benden çal
ve yemin et
doğadan daha doğal ol olduğun gibi bak
hollywood karıştırma diken diken saçlarıma.
her bakışın biraz daha oyuklar açıyor
çilelerim azıyor örneğin
tüylerim dökülüyor iş vardiyalarında.
steplerde değil şehrin göbeğinde
buharlaştırıyorsun beni
bu halimle yaşayamam anladım.
ya tenimi yüzüp masal kuşlarına verin
ya da ben bir ağacın yaprakların suyla yürüyeyim
mümkünse eğer ganj7a savurun
dumandan ve buhardan arta kalan yanımı
ben böyle yaşayamam çünkü anladım.
ah o hırçın bakışların yok mu
çilelerim azıyor
tüylerim vaktini bulmadan
vebalılar gibi birer birer kayıyor sırtımdan
kısrak gibi dokun bana
mızrak gibi saplan
çilelerimi azdır
ne olursun hırçın bakışlar sapla bedenime
ama ne dokunduğun yerde gül bitsin
ne saplanan mı5zrak habersiz sökün etsin
sadece
kısrak gibi dokun ve geç.
İYİ Kİ....
Hakan Abdülhamid YAVUZ
Hayat; ölüme bir eklencedir sadece...
I.
belli
ıslanacak yağmurlarım var daha
ondandır ki ölüm
şimdi, yalnız
yanaklarımı okşamakta
bir uykudan uyanmaktır ölüm
yeniden hatırlamak zamanı
bir zaman
hakikat sanılan rüyayı
şükür ki
hala "yaşayanlar" var aramızda
duaları, gözyaşları var
belki ondan
tanrının elleri hep omzumuzda
amansız
kör bir kuyudur ölüm
zamansız yutar
soylu soysuz, tüm sonluları
II.
"bugün dua ettim hepimiz için"
göklü ordular çağırdım imdada
bilirim
onların ağır silahları var
bilirim
onlar kurtarırlar ancak
enkaz altında kalan rüyaları
ne hain hırsızdır ki ölüm
bedenleri soyar ruhlarından
bugün şükrettim hepimiz için
ne güzel dedim, ayaklarımız var
gözlerimiz, rüyalarımız var
ıslanacak saçlarımız, sırtlarımız var
yıldızlar karışsa da birbirine
yıkılmayan bir göğümüz var
ve yeniden, yeniden şükrettim
iyi ki içimizde
hala "yaşayabilenler" var.