ZAVALLI ŞAİR?
Hacer KARAKUŞ
-"Ölümler
Ölümlere ulanmakta ustadır."
Bilir misin şair: acılar da acılara ulanmakta pek usta.-
Bir gece yarısı uyandım apansız, gördüğüm bir düş müydü yoksa gerçek mi? Varlığımı hissetmek için dokundum tenime, tenim ateşte buz arasında med-cezirde.
Bilmezdim o geceye kadar gümüş renkli ırmakları, ki gümüş renkli ırmaklar kürtüklerin altından akıyordu. Derken sarı bir gül bahçesine dönüşüyordu her yerde ve o tuhaf sesli adam beni çağırıyordu...
Mavi saten üstüne beyaz işlemeli yorganımın altında, anamın koynumdan başka mesken tanımaz iken, bütün ömrümü kana bulayan rüyalarım böyle başladı şair.
Ben rüyalara inanmışlığın verdiği çocuksu cesaretle meydan okurken hayata, nerden bilebilirdi ki o toy yüreğim rüyalar da yalan söyleyebilirmiş insana: İlk vurgun ilk gözyaşı...
Acılar, sinsince acılara ulanıyordu şair. Ben bilmiyordum. Bilmiyordum da Anka Kuşu'na öykünüp, kendimi, külümden, yeniden yaratıyordum:
Yılın ilk karı düşüyordu denize. O küçük sahil kasabasında kardan umutlarla avunuyordum. Rüyaların yakamı bırakacağına inanmıştım ki, "Üsküdar" girdi apar topar gecelerime. Dünya gözüyle bir kerecik olsun görmediğim Üsküdar alevler içindeydi. On sekiz yaşamın, gür sesli, anarşist yürekli adamı, yana yana yangınımı büyütüyordu. Bir ben duydum çığlıklarını Kız Kulesi'nden, bela davetsiz misafirimdi.
Biliyordum artık şair biliyordum, bela boynuma borç olmuştu. Yüreğimi de alıp gurbetlere sürdüm kendimi. Cinnetli insanların metropolü vardı yolların sonunda. Denizden başkasını bilmeyen taşralı bir çocuk bozkırla tanışıyordu. Bozkır soğuktu, üşüdüm! Cebimde, taslak halinde bir intiharla günlerce o şehrin sokaklarında dolaştım. Kimse bilmedi, ben hep denizi düşledim.
Düşle gerçek arasındaki o ince çizgide, o ince çizginin en son noktasında, sevdadan yana payım bir vefasızın ardından el sallamak oldu, şehirlerarası otobüs terminalinde. Yüreğimin bir parçasını koyupta gönderdim o otobüsü. Yüreğimin bende kalan parçasında hep çocuksu korku: "Ya bir daha dönmez ise!"
Dönmedi şair, hiç dönmedi. Ben mi? Yüreğimi ona, yüzümü şehre döndüm ve yaşadım. Yaşadım ya yine de kanıma dokundu yaşamak; Bir aşüftenin salınışında gözlerinin bakirliğini yitirenlerle, sevda pazarlıkları yapmak kanıma dokundu. Dişlerimi, yumruğumu ve yüreğimi sıka sıka yaşadım. Ve haykırdım şair: Siz bilmiyorsunuz dedim sevdanın, taşralı bir gencin ürkek bakışlarındaki yaban güvercini olduğunu.
Güvercinler mi dedin şair? Güvercinler!... Güvercinleri de vurdular şair. Şimdi evet şimdi, güvercinler de leş kargalarının sevda ayinlerinde meze oldular.
Acı çekiyorum şair, acı çekiyor ve kendime bölünüyorum. Gel şair Allah aşkına, inandığın bir Allah varsa onun aşkına gel. Gel de tepeden tırnağa şiir kokan bu kadına, ömrünce hep şiir gibi bir rüyanın hasretiyle yanıp tutuşan bu kadına ve hiçbir zaman bir tek mısracığa ram olamamış bu kadına bir şiir yaz. Gel, gel de acılarımı dillendir, dillendir ki ben de dilleneyim. Yoksa bu suskunluk çıldırtacak beni.
Acı çekiyorum şair, acı çekiyorum... Birazdan küllerim savrulacak cihana!