YALNIZLIK ÜSTÜNE

A. Kemal NAFİ

Emir OSMANOĞLU'NA Saygılarımla...

Burada, önünde diz çökmediğim tek yüce makamda, yaz günlerinin buğulu haziran gecesinde, kendime karılmak için yalnızlığımı suçluyorum. Başından beri kimliğini gizleyen hayatın adın sormak için yola düştüğüm yalnızlıkta, uzaklardan bakınca yağdığım, yanına varınca da kaçtığım güneşlerin ateşini arıyorum. Suçluyum çünkü kalbinin beni kandırmayacağı bir yerdeyim, kalbinin içinde. Mutluyum çünkü yalnızlık ormanında ağaçlarım meyva verdi. Beğenmek için bir hayatım var artık. Oysa şehirde yalnızlık, gül açan bir çiçekle günü koklamaktı. Aynası yoktu, gülü vardı, kokusu vardı. Bu kadardı sevmek. Kayağı olmayan bir ırmaktı yalnızların hayatı. Nerden gelip nereye gideceğini bilmezdi. Durduğu yerde akmaktı onun görevi. Biteviye akardı yalnızlık. Kendine bakacağı aynası yoktu. İşte ben, burada, kalbime tuttuğum aynanın karşısında, ırmağın dışına taşarken görüyorum kendimi. Baktıkça eriyen gözlerimde güneşimle serinleyen bir gölge, Zühre Hanım'ın gölgesi beliriyor. Yolun sonuna geldik Zühre Hanım, aynada inkar edemezsiniz kendinizi. Ne benden kaçmanız olası ne kendinizden. Burada siz de konuşmayacaksınız, işlediğiniz günahlar konuşacak. Kadınların gerçeği itiraf ettikleri en iyi sözün susmak, en doğru yerin aynalar olduğunu siz söylemiştiniz. Her evden çıkışınızda, aynada gölgenizi görünceye değin beklediğinizi de. Kalbinize bir gölge aradığınızı ve onu yaşatacak gölgeyi sonsuza dek seveceğinizi.

 

Bana gerçeği anlatmalıydınız Zühre Hanım.

 

Bir yerde hata vardı. Yedi yıl önceki acı kaybınızın yerine aradığınız gölgenin güneşi yoktu. İlk gördüğünüzde bana, saygıdeğer abiniz Cahit'e benzediğimi, ismi dışında hayatı paylaştığımızı söylemediniz. Onun yerine anlamsız bir ilgi göstermeyi yeğlediniz. Anlatmalıydınız Zühre Hanım, gerçeği bildirmek için beni kendinize âşık etmeniz gerekmezdi. Sizin için kutsal olan abinizin hatırasına iltifat etmeyeceğimden korkmuş olabilirdiniz. Ya da bu zaafınızı fırsat bilip onurunuzla oynayacağımdan. Sevgili abiniz Cahit'e benziyorum diye sizi kıskaç altına alabilirdim. Duyduğunuz saygıya ihanet edebilir, bütün kalbinizle sizi kendime bağladıktan sonra sorumsuzca gidebilirdim. Hatta beni yerine yaşattığınız abinizin gölgesine sahip olmanın gururuyla sizi zayıf bir kadın sayabilir, size acıdığımı hissettirebilirdim. Bütün bu korkunç ihtimalleri anlayabilirim. Abisi öldürülmüş bir kadın için erkeklerin cani birer yaratık olması da yabana atılmayacak bir öfkedir. Size hak veriyorum.

 

Bir erkek olarak, bazen kendimden korkuyorum Zühre Hanım. Çünkü erkeğin kalbi toprak gibidir. Yağmur yağdığında ıslanan toprak. Yumuşacık olur yağmurda, mis gibi de kokar. Üstünde yürümeyi bilirseniz aşık olur size. Zayıftır da ondan, gücü yoktur ıslak yüreğinin. Güneş açtığı, toprak kuruduğu zaman yine kaskatı kesilir. Haindir biraz da. Hemen unutur yağmuru. Bu yüzden erkeğin kalbini evliliğe benzetmişimdir Zühre Hanım. Yağmur yağdığı yani evlendiği gün en mutlu olduğu, aşkın en tavanında gezdiği günüdür. Bir süre yaşar aşkın sarhoşluğuyla. Sonra eski haline döner yavaş yavaş. Her şey normale döndüğünde eski dostlarını, güneşin sıcaklığını aramaya başlar. Yağmur ihlal edilmiş, arka odada beklemeye alınmıştır. Aşkın sıradanlaştığı, açlığını gideren yemekten çok zamanı gelince ödemek zorunda kaldığı ev kirası gibi, hayatından çıkarmak istediği ama imkânı olmadığı için katlandığı döneme gelmiştir. Artık o, aşkı hatırlaması için yağmur yemesi gereken topraktır.

 

Bana gerçeği ta en başında anlatmadığınız için size kızmıyorum Zühre Hanım. Yalnız bunu yaparken şunu düşünmeliydiniz. Ben bir öğrenciydim. Hayatının en devingen dönemini yaşayan, çabuk karar değiştirebilen çünkü utkuları sürekli değişen ve aşkı, telefon çalmasını beklemek zanneden bir öğrenci. Ayrıca genç erkeklerin olgun kadınlara hayranlığını tahmin ederseniz, gerçeği benden gizlemekle ne büyük bir yanlışa düştüğünüzü açıklamam gerekir. Belki hayatınızda yer vermek istediğiniz biriydim ve erkeklerin bu tür ilişkilerde hep yaptığından, kaçıp gitmemden korkuyordunuz. Lakin hayatınızın neresinde durduğumu siz bana söylemeyince, kendi yerimi kendim tayin etmek aptallığına düştüm ve size meftun oldum.

 

Bana gerçeği anlatmalıydınız Zühre Hanım.

 

Yalnızdım ve yalnızlık benim sarayımdı. Kimse aldığım kararları bilmediği için itaat etmiyordu. Sadece bendim yöneten ve yönetilen. Eski komşunuzu evde sanarak kapımı ilk çaldığınız gün beni derinden etkileyen garip tebessümünüz, sürekli sizi hayal etmem için yetmişti bana. Çünkü susmuştunuz o haldeyken. Sükûtun, beni en fazla cezbeden yüz ifadesi olduğundan bihaberdiniz tabi. İster istemez hoşlandım sizden. Fakat beni mazur görmenizi rica etmekte haklıyım. Sizden hoşlandım, çünkü ilk kez tanımadığım bir kadının bana saygı duyduğunu gördüm. Ne aynı okulda okuması nedeniyle selamlaşan öğrencilerin n ede aynı işlerinde çalıştığı için birbirine hürmet gösteren personelin saygısı değildi bu. Hiçbir zarureti yoktu. Benim için herhangi bir kadındınız. Gösterdiğiniz ilgi, etrafındaki bayanları yetersiz görüp olgun kadınlara özenen her gençte olduğu gibi, haddini aşan bir sevinç tattırdı bana. Bu sevincimin kaynağı sizdiniz ve ilk günden itibaren size kutsallık miğferini giydirmekte tereddüt etmedim. Sizden hoşlandım, çünkü ilk kez bir kadının beni görünce değiştiğine şahit oldum. Ne zaman, nerede olursa olsun, beni gördüğünüzde kadınların herkesten gizlediği duygularınızın coştuğunu, ancak farklı biriyle paylaşılan sözcüklerinizin bana doğru koştuğunu bilmek, yalnız geçirdiğim bodrum kattaki gecelerimi, size daha fazla yakınlaşma arzusuyla doldurdu. Sizden hoşlandım, çünkü olgun bir kadındınız. Ağır gülüyor, büyük üzülüyordunuz. Duygularınızı açıklamak yerine tercih ettiğiniz garip tebessümdeki cazibe, hafsalamı geride bırakıyor, kalbimle düşünmeme engel oluyor, bu ikisi olmayınca da ruhumu esir alıyordu.

 

Bana gerçeği anlatmalıydınız Zühre Hanım.

 

Hayatınızda oynadığım rolü, zamanla değişen ve gelişen ilginize göre saptamaya çalıştım. Kütüphanede rastlantı eseri buluştuğumuzda, oturduğum koltuğa gelirken yürüdüğünüz beden, sizi gelin kıyafetinizle hayal etmeme varacak kadar etkilemişti beni. Fakat kaynağını bilmediğim bir güç, size güveyi gözüyle bakmama engel oldu. Nikâh memurunun gözüyle sizi seyretmeme neden olan gücün, önüne geçmek istesem de başaramadım ve çok arzu ettiğim halde güveyi olamadın bu düşte. Neye işaretti bilmiyorum ama hislerim, size birini anımsattığım, benim varlığımda yaşadığınız kişinin benden kıymetli olduğu yönündeydi. Çalıştığınız müzeyi gezdirmeniz için ziyaretinize geldiğimde ise daha içten karşılamıştınız beni. Benimle geçirdiğiniz zamanın, mutluluğunuzu arttırdığını anlamıştım. Yerinize baksın diye birini aramaya çıktığınızda, kapıdan ilk girdiğimde gizlediğiniz kitaba gizlice bakmıştım. Üstü ciltlenmiş bir defter olduğunu fark edince merakıma büsbütün yenik düştüm. Size ait her nesne ilgimi çekiyordu. Bir şey bulamayınca hayal kırıklığı içinde geri koydum. Kapağında, "HAYAT HERKESİN ÇİZDİĞİ BİR RESİMDİR" yazılı defterde sadece resimler vardı. Sonra yerinize bakacak bayan geldi, tanıştık. Adımın Halil BAHADIR olduğunu öğrenince, az önce bir şey bulamadığım defteri çıkardı ve ilk sayfasındaki ibareyi işaret etti:

 

GELECEK BİR TESELLİDİR.

HALİL BAHADIR: TESELLİ.

 

Gemi kaptanına benziyordum. Yaşından fazla seyahate çıkmış emektar alnında dalgalı kırışıklar yüzen bir kaptana. Siz bir ülkeye gidiyordunuz ve sizi limana götüren geminin kaptanı bendim. Niye gemi kaptanıydım/ siz güvertede denizi izlerken yalnızdınız. Ben de denizi sizinle birlikte seyretmek isterken gemi kaptanı olmuştum. Bana bedel ödeyip bir iş yaptırıyordunuz, ben de size yardım ediyordum. Ödediğiniz bedel amacından sapmıştı, daha doğrusu hedefinden ağır sonuçlar doğurdu. Mayıs ortalarında birlikte abinizin vurulduğu yere gül bırakmıştık. O an duygularınıza hükmedememiş, bir abinizin resmine bir de bana bakıp, ikiz kardeş dedirtecek benzerliğimizden bana duyduğunuz sevgi, kendini ele vermişti. Beni sevdiğinizi söyleyip boynuma sarılmıştınız gözyaşları içinde. Bu, bir kadının tenine ilk dokunuşumdu. Size âşıktım, bir kez olsun dokunmak için dualar ediyordum. Size ilk dokunduğum yani bana sarıldığınız, saçlarınızı ilk kez okşadığım akşam, kendime yabancı gelen bir kimliğe büründüm. Sevdiğim kadın bana acı veriyordu.

Son birlikteliğimizde Cahit'i konuştuk. Evinize de ilk gelişimdi. Çıkarken size, Cahit'in yerine aradığınız gölgeyi bulup bulmadığınızı sordum ve siz "Onu yaşatacak gölgeyle sonsuza dek yaşarım" demiştiniz. Bu söz bendeki karşılığını zor da olsa buldu: Kadınların en olgunu bile duygularını açıkça ifade etmez. İsyan etmiştim, hala neyi beklediğinizi bilmiyordum. En son anda bile gerçeği anlatmadınız Zühre Hanım. Neden bana karşı hislerinizi netleştirmediğinizi öfkeyle sordum kendime. Aslında bir açıklaması vardı. Kadınların erkekte aradığı ve en çok şikayet ettiği konu anlayıştı. Siz bana aşkı tattırdınız, sevginizi sundunuz ama asla dilinizden bu yönde bir kelime çıkmadı. Her şeyin bu kadar berrak yansıdığı durumda bile siz, herhalde kadınlara has bir özelliktir, onu, söylemek yerine "anla artık" dediğinize emin olduğum yüz ifadesiyle gösterdiniz bana. Oysa ben, kalbinden geçenleri saklamanın genç kızlara mahsus bir oyun olduğunu sanırdım. Siz bana bu kuralın her kadında geçerli olduğunu ispatladınız. Demek ki demiştim o gece evde düşünürken, Tanrı kadının peşinden erkeği koşturmak için kadına gizemi yüklemiş. Bu gizem, duygularını saklama yeteneğidir. Ve yaratan insana aşkı bahşetmiş. Aşkın da gizli olana yönelmesi bundandı.

 

Bana gerçeği anlatmalıydınız Zühre Hanım.

 

Burada, annemin kim bilir ne beklentilerle yatak serdiği odada, çocukken babamın hediye ettiği aynanın karşısında gerçeği arıyorum. Aynaların yalan söylemediğine inanarak arıyorum. Belki de hayat bir oyundur ve ben oyundan çıkarım korkusuyla, ayanlara bakmaktan nefret ediyorum. Bir kadına aşığım ama bu kadının bana sevgisi, yedi yıl önce kaybettiği abisine tıpatıp benzememden başka amaç taşımıyor. Başkasının yerine sevilmek korkunç bir duygu ama bu olgun kadın duygularımı aşıyor. Aşkı, abisinin ölümünü unuttuğu anda biter mi, bilmiyorum. Zamanın aynalara tutkusu korkutuyor beni. Keşke seveceğim kadına dair hayaller kurmasaydım. En azından hayalimdeki kadınla hayatımdaki kadının uyuşması çıkmazına düşmezdim. Çünkü hayal kurmak, kendimi kandırmakla başladı. Tıpkı aynaya bakarken farklı birini beklemek gibi. Aynadaki yüzüme acımak ne kadar sahteyse, gerçeğin aynadaki yüzde parlaması o denli hakikatti.

 

Neden aynalardan bir şey umuyordum ki! Aslında aynaları hep sevdim, çünkü güzelin ve çirkinin hakkını bir tek onlar verdi. Aynı gözümle nefret ettim aynalardan, çünkü hep doğruyu söylediler. İnsan kimi zaman duymak istemiyor doğruları. Sevgilisiyle buluşmaya giderken son defa aynaya bakanlar iyi bilir bu duyguyu. Ne dost oldum aynalarla ne düşman. Dünya hakkımı verecek kadar dürüst değilse aynalar ne işe yarar ki! Ola ki kendime bile dürüst değilimdir. Dili olsa da aynaların dostu olmayacak, şüphem yok. Kimse dürüstlüğüne inanmayacak aynaların ve üstüne yürüyecek yalan söyledikleri için. Mahzun değilim. Bu aşk, tutkularımı haklı çıkarmak adına aklımı küçük düşürmekle, n edenli hataya düştüğümü açığa çıkardı. Tutkularıma boyun bükseydim yaslanacak bir dağım olabilirdi.

 

Biliyorum, ayanların dili olsa, bana da yalan söyleyecek. Zühre Hanım'ın beni sevmediğini, asla sevmeyeceğini, yalnızca evden çıkarken baktığı ayna yerine bana bakacağını haykıracak. Hatta ben varım diye aynasını bile kıracak. Ben zaten bir ayna olacağım onun için. Yo, hayır, buna katlanamam. Aynaların şefkati yok ama benim var. Aynaları seven de yok ama Zühre Hanım beni sevmeli. Bir kadının aynası olmak istemiyorum. Aynaların gerçeği söylediğine inanmak da. Çıkın kalbimden aynalar! Koşmalıyım, Zühre Hanım'a yetişip, sormalıyım kendimi. Beni bendeki bana kavuşturmalısın. Yoksa aynalar seni benden çalacak.

 

Gidiyorum aynalar. Çeperleri yıkmaya, kendimi getirmeye gidiyorum. Bu gece dürüst olun ve cevap verin: Zühre Hanım'ın aşkı beni ayna yapmaya yeter mi?...

* bu yazı, yazarımız A. Kemal NAFİ'nin 'AYNADAKİ YÜZ' adlı çalışmasından alınmıştır.